Blogger Tips and TricksLatest Tips For BloggersBlogger Tricks

21 Aralık 2013 Cumartesi

İyisi mi sen alış.

Yürüyordum ıslak kaldırımlarda. Su birikintilerine dikkatsizce basıp ıslatıyorum paçalarımı. Gökyüzü griye bulanmış. Tepede kocaman suluboya tablosu. Üzerime doğru yürüyen, gözlerimin içine bakan insanları görüyorum. İnceliyorum yüzlerini. Kimisi genç kimisi ihtiyar bu insanların. Tanıdıklara rastlıyorum ve çoğaldıkça bilindik yüzler tekinsiz sokaklara çeviriyorum ayaklarımı.Yürüdükçe yalnızlığı yakıştırıyorum kendime. Ceplerim yalnızlık doluyor. Ceplerim yalnızlık kokuyor. Yanılıyor da olabilirim. Belki de bu koca bir sensizliktir. Ağırlaşıyor yüküm yürüdükçe. Adımlarım seyrekleştikçe soluklarım kısalıyor.İstemeye istemeye durduruyorum ayaklarımı. Bir kaç adım ilerideki banka bakıyorum. Biri var. Bir yaşlı 75. Ölü gözleriyle yere bakıyor. Kafası ne kadar doluysa o kadar boş bakıyor adam. Yanına oturuyorum sessizce. Düşünüyorum. Aklımdakiler kemirdikçe benliğimi, olamayacakları düşündükçe gözlerim doluyor, bir iki yaş akıyor gözlerimden. Gözlerimi sıkıp gömüyorum başımı atkımın içine. Derin bir nefes alıp tekrar karşıya yöneltiyorum bakışlarımı. Fark ediyorum ki yaşlı 75 bakıyor gözlerime. Kafasındakileri okuyorum. Büyük bir merak içinde bana ne olduğunu düşünüyor, tahmin yürütüyor. Derin bir nefes alıyor, verirken nefesini ciğerlerinden gelen derin bir sesle öksürüyor bu yaşlı 75. Kafamı ona doğru çeviriyorum. Çiziklerden, soluk lekelerden ibaret  ellerine bakıyorum. Kim bilir o eller neler çekti?
Belki o eller bir kadının yüzüne şiddetle çarptı.
Belki o ellere gayrimeşru cinayetler bulaştı.
Belki o eller dizlerini çok kez dövdü.
Belki de o ellerini iyi niyetinden çok kez başına vurdu.
Konuşacak gibi oluyorum. Sonra eğiyorum başımı yere, yalnızlık dolu ceplerime sokuyorum ellerimi. Yaşlı 75 de konuşacak gibi oluyor ve ben yüzümü ona çeviriyorum. Ve o da suskunluğa bürünüyor yeniden. Nihayetinde soluksuz derin bir nefes alıyor bu yaşlı 75.
Nasıl da karışıyoruz hayatlarımıza bu kadar susarken.
Nasıl da sessizce dertleşiyoruz şimdi.
Kimse konuşamadan anlaşamaz derler hep. Gözlerimizle nasıl da anlaşıyoruz.
Ben ne yaşamışım ki ona göre?
Ne kadar hata yaptım?
Yüzünde pişmanlığın, keşkelerin kalıntıları, gözlerinde geçmişi saklı.
Benimki ise koca bir çaresizlik.
Bu düşüncelere dalıyorken karşımda 2 genç hemşire görüyorum. Bir tekerlekli sandalyeyi üzerimize sürüyor. Ne için geliyorlardı? Aklıma getirmemeye çalışarak olanları izliyorum. Ve hemşireler bu yaşlı 75'in kollarını kavrayıp oturtuyor sandalyeye.
İçim paramparça.
İçim suçlu.
İçim yine çaresiz.
Yine suskun.
Yorgun elleriyle önüme sürüyor sandalyesini.Ellerini yüzüme getirip yaşlarımı siliyor. Elimi tutup kalbime koyuyor bastırarak ve bana bakıyor. ''Atıyor mu?'' diye soruyor çatallı sesiyle. Kafamı sallıyorum şaşkınlık ve merakla. Sonra kendi kalbine götürüyor.Soruyor ''Atıyor mu?'' Evet. Bu yavaş bu yorgun ritim ellerimi okşuyor. Yine kafamı sallıyorum. Konuşmak için derin bir nefes alıyor. Öksürüyor yine.
''İşte evlat.. Bu dünya bizim için.Henüz toprak ciğerimize dolmamış. Hala atıyor kalbimiz.
İşte evlat... Boşalt o ceplerini. Yalnız öleceksen de benim gibi, ertele bu yaşlanışı. Şimdi gidiyorum evlat. Dünyanın bir kademe derinine inmeden çekeceğin çok acı, akıtacağın çok yaş var. İyisi mi sen alış, meydan oku. Meydan okumaya alış evlat.'' dedi bir yandan dizime hafifçe vurarak.''Tülin hadi kızım gitme vakti.''
Yüreğimin sızlayışı titretti ellerimi. Ve öylece gitti yaşlı 75. Gözlerimde küçülürken silüeti, boşaltıyorum ceplerimi. Vardır bir bildiği.
Esen kalın.Üşütmeyin.

5 Aralık 2013 Perşembe

Acı ve Nefretin Sonsuz Senfonisi.

Duvarların arkasındaydım hep. Çelimsiz ellerimle yıkmaya çalıştığım. Hep daha fazla güç istiyordu yıkmam için. Hep daha fazlasını alıyordu benden. Ben yıktıkça daha fazla örüyordu kendini. Sarf ettiğim bütün çaba umudumun bir simgesiydi. Canlı bir kanıtı. Gittikçe sarıyordu etrafımı. Ruhum daralıyordu. Ve çaresizlik insanı ağlatırdı. Yıldırırdı beni gözyaşlarım. Ama her seferinde etrafıma örülen bu duvarın içinde çimleri yeşertiyordum. Bulamadığım umutlara sarılıyordum. Oysa ki ortada kocaman bir çaresizlik vardı. Kocaman bir duvar.
  Zifiri karanlıkta daha fazla duyardım içimdekileri. Daha fazla görürdüm gerçekleri. İşte ben o gece gördüm göreceğimi, geleceğimi. Seçim yapmadım. Çünkü hayat size hiç bir zaman seçim yaptırmaz. Ne ise olacak, gelir önünüze koyar ve siz zeki insanlar bir seçim yaptığınızı sanırsınız. İşte benim de önüme koyuldu gerçekler,yapmam gerekenler, bitirmem,susmam gerekenler. Gün yüzüne çıkarmadım. O zifiri karanlığa gömdüm hayallerimi, belki de umutlarımı.
Nefret gitmek için iyi bir araçtır. Gidebilmek için. Nefret etmeden gidemez bazıları. Sen mesela. Severek gitmezdin. Gidemezdin bir kere. Sen sana uyanı yaptın. Ben bana uyanı değil, kendi seçimim olmayanı yaptım. Önüme ne geldiyse onu yaşamayı kabullendim. Ve hayat sana yaşadıklarınla öğretti acıyı, nefreti. Sen ise nefret ederek kurtulmaya çalıştın vazgeçemediklerinden, acılarından. Seninde önünde,arkanda, sağında solunda duvarların var. Mutsuzlukların var. ''Akıl Oyunları''nda bir söz duymuştum.
“Mutlu olmak her şeyin yolunda olması demek değildir. Mutlu olmak, görmezden gelme konusunda ustalaşmak demek.”
Biz, görmezden gelemeyenleriz. Bunu başarmak yürek ister. Biz yüreksiz değil de korkağız biraz. Acıya alışkın fakat acının yabancısıyız. İlk defa vururmuş gibi yakar bizi her seferinde. Büyümekten korkup yaşlandırırız bedenlerimizi, ruhlarımızı. Ne zaman ki görmezden geleceğiz o duvarları, manzaranın tadını ne zaman ki çıkarmaya başlayacağız, işte o zaman kör bir adamın aynaya ilk baktığındaki çoşkusunu yaşayacağız her birimiz. Ve hiç bir şeyi tek başınıza yoluna koyamazsınız. Bunu yapmaktansa görmezden gelin. Bizim yapamadığımızı yapın. Ve bunun için hiç de geç kalmadınız.
Esen kalın. Üşütmeyin.