Blogger Tips and TricksLatest Tips For BloggersBlogger Tricks

22 Aralık 2014 Pazartesi

Hep.



Turuncu gökyüzümün aydınlığa özlemi var.
Biraz kırgın biraz ümitsiz.
Geri dönüşü olmayan hatalar gizli o gökyüzünde
Ve ışıkların sönüşü gibi belirsiz
Sevgisizlik var biraz da yarasında
Korkusu var geleceğe dair fazlasıyla
Mavinin lafını bile edemez artık
Anason kokulu insanlar gibi işte 
Atlattığı günler ve unuttukları hatta
Bir ağaç gibi köklü duyguları
Ve saatine kadar biriktirdiği anıları
Gündüzüne
Gecesine 
Çayının şekerine 
Ve bir akşamüstü rastladığı mazisine
Ve hatta mazide kalanlar gibi
Eskimiş bütün romanlar gibi
Ya adı bile kalmayacak akan seyirde
Ya da her gün yeniden doğacak
Kanatacak seni de

Şimdi bir sessizliğin en gürültülü anındayım
Kimsesizliğin verdiği güvenin hüznü de diyebiliriz buna
İşte bu bütün karşıt duyguların tam da ortasındayım
Ve İstanbulun kokusu geliyor burnuma
Nereden estiyse şimdi
Bir yağmurlu inceden kızkulesi
Kızkulesini en yakından görebildiğim üsküdardayım


Turuncu gökyüzümle sakin bir balıkçıdayım 
Bir yağmur ki işte şimdi kızıl cümbüş ortalık
İşte şimdi eksildi ortalık
İşte şimdi anladın vaktin çok geç olduğunu
Ve öyle bir yağdın ki üzerime sağnak halinde
İşte şimdi anladım bir iki seyirlik sinemalar gibi olduğumuzu
Oynandık
Sonlandık
Lakin zaman aktıysa bile üzerimizde
Kemal Sunal fimleri gibi,
Hep hatırlandık.

6 Aralık 2014 Cumartesi

-dum.

Vazgeçtiğin gün doğacak güneşin.
Ve çok geç kalınacak her şey için.
Bir sürü film kaçıracaksınız sonra
Kaçırmış olduklarınızla beraber.
Ve en güzel gününde bile buruktur gülmelerin
Yüreğinle beraber.

Bu veda kime bilemiyorum.
Şimdi bu neyin sonudur söyleyin
Benim sonum çoktan gelmişken,
Öyle ulu orta bir hüzün salmak niyetim
Lakin vedalar diyorum açalım şu konuyu
Vedaların günahı yoktur.
Bir tek kiri kalır üzerinde
Bir de yorgunluğu.

Bu hangi vedanın yorgunluğu bilemiyorum
Safi hüzün yok sokaklarımda
Öfke var olamadıklarıma dair
Kötü biri olamadıklarım da var
Mutlu biri de
Sahi,
Mutluluk kadar ulaşılmaz mısın şimdilerde?
Mutluluk diyebilir misin acılarına ve zerzenişlerine
Bir küçük hayatın içinde kaç defa bölünecek rüyalarım söyle
Müslüm babadan bir nakarat ya da Süreya'dan bir dize
Hangisinden koymalıyım teşhisi kendime
Nefes alamıyorken geceleri
Ölemiyordum bir gün ertesinde
Lakin gülebiliyordum ertesinde
Gülebiliyordum ve yazabiliyordum
Güzel günler geçiriyordum güneş tepedeyken
Özlemiyordum kimseyi
Özlemiyordum mavi gökyüzünü sonra
Göklere bakamadığımdan belki
Unutuyordum bütün şehri
Şehrin hatırlattığı bütün mavilikleri unutuyordum
Lakin unutamıyordum işte.
Acıları her geçen gün katlıyordum ikiye.
Acıyı sevmek olur mu dersen
Seviyordum işte.

22 Kasım 2014 Cumartesi

Aynalar.




    Günlerdir bakmadığım aynalarım var yüreğimde. Öyle geçip giden günlerim var.Durgun, yorgun ve beklemeye değer yalnızlığım. Ne oluyor da böylesini buluyor yüreğim. Acı çekmeye meyilli yüreğim doğrudur lakin meziyetlerimden biridir yine de acı sonlar.
Akıp giden zamandır zaman. Mesafeler değildir. Yanılıyor Süreya. Ölmeden yaşayacaklarımı bilemem elbet. Lakin tarihler bugünü gösterinceye dek ne yaşanacaksa yaşandı ölüsüyle dirisiyle. Ve biliyorum ki kaybedilmenin korkusunu veremediğimden bu acılar. Kim gelmiş kim geçmiş ne önemi var. Ölünün üstüne basmaktı sonuncusu mesela. Öyle çok da acımadı. Alıştığımdan.
Yeryüzü ile gökyüzü arası bir dünya var bize verilen. Ne göklere çıkabiliyoruz yıldızlara dokunmak için ne de ölülerin istiflendiği karanlığa bakabiliyoruz iyi yaşamak adına. Şu iki alem arasında, böylesine mavinin içinde bulutların altında mesela, ya da nasıl anlatayım örneğin kasımdayız aylardan , bu en güzel sonbahar akşamlarında neden bu kadar kötüsünüz siz? Neden sadece yaşamıyorsunuz? Neden sadece savaşmıyorsunuz sevdikleriniz için? Neden bu vazgeçişler? Her bir günümü zehir eden düşünceler var bir bir eskiten gülümsemelerimi. Sadece biriniz değil hepiniz mi kötü olursunuz böylesine? Sadece sevin ve sevilin. Sadece güven verin ve güvenin. Ne diye öldürüyorsunuz sevdiğinizi. Ölmek nasıl bir his bilmiyorum lakin yaşamadığım günler oldu. Bir sigara dumanında kaybolan dertlerin verdiği uyuşukluğun arasındaki gözyaşlarım içinde kaybolduğum günler. Sadece sevmeyi beceremediğiniz için. Öyle ki gönlümün divaneliğinden hiç utanmam. Bu yazı böyle uymuyor mizacıma ama benim kadar savaşanı çıktı da mı biz sadık kalabildik. Unutmak zorunda kaldığım günlerin ardı arkası kesilmez sıkıntısı öyle işlemiş ki içime içime. Öyle zor da değil unutmak. Kim bilir bunun üstüne daha kaç kere yanılacağım körü körüne. Yakılacağım bir cennetin ortasında. Ki yalnızlığımı özlediğimi farkettiğimde hayatımın içinde birinin gölgesi bile yoktu. Sizler gölgeler içinde sadece kötüsünüz. Kaybetmekten bıktıysam sizin kötülüğünüzden. Sevmekten yorulduysam sizin kötülüğünüzden. Ve sen adam. Eğer unuttuysam seni şu akşam saatleri bu senin kötülüğünden. Ne ilaç derde derman ne derdin düzelmeye hevesi var. Varsın çürüyelim yalnızlıktan. Şimdi aynalarla barışma vakti.
Esen Kalın. Üşütmeyin.

30 Ekim 2014 Perşembe

Hala

Komidinin üstündeki başucu kitabım
Ve millerce uzaktaki sevdiğim adam
Oysa biri varlık
Biri koskoca bir varlık benim için
Nasıl böylesine benzeyebilir bu ikisi?
Nasıl da başımın ucundalar
Taa en ucunda.
Biri başımın tacı
Diğeri derdi tasası
Birinin içine kelimeler saklamış bir kalem özene bezene
Birini bir anne büyütmüş ilk göz ağrısı
Biri emeklerle paylaşılmış insanlara 
Diğeri bir tutam dokunuş için aşmış kilometreleri
Bir tek paylaşılmamak için
Ki paylaşmaya razı gelirse bu gönül
Yaşamışım yaşamamışım senin uğruna
Farkeder mi umudunu yitirmiş bir kalp için?



Birinin önsözünü defalarca okudum uyku uyanıklık arası
Ve bir adamı bir bayram günü öptüm
Şimdi ne o kitap eksik olur o komidinin üstünden
Ne de sen gitmeyi becerebilirsin
Şimdi o kitap benzedi ya sana
Önsözü gibi biliyorum ya söylediğin her cümleyi
Ne unutmak maziyi tekrar tekrar 
Ne de hatırlatmak kendine vazgeçildiğini
Ne senden vazgeçmektir isteğim 
Ne de yeni bir kitap almak başucuma
Alabildiğine mutsuzluk da sana dair
Alabildiğine umut da
Seni kalbime gömdüm, doğrudur 
Ama kalbimi gömmedim hala.


21 Ekim 2014 Salı

Bulanık.

İçimden geldiği gibi oldum şimdiye kadar.  Kimi zaman üzdüm, üzüldüğüm de oldu çokça. Bir masum tebessüme kanıp dünyalarımı verdiğim de oldu, bir tebessümü esirgediğimde dünyamdan kovulduğum da. Sevmediğim de oldu, sevmekten yorulduğum da. Çoğu şey olup bitti bunun evvelinde. Ve farkına bile varamadığım acılarım tazeleniyor bedenimde. Keşkelerim de yaşımı başımı  aşmış biçimde. 
   Bulanık bir haldeyim. Nedense bir telaşe var yüreğimde sanki yangın yeri. Bir şeyler yanıp kül olmamak için çabalıyor. Bir şeyler hala içimde var olmak istiyor. Adının geçmediği hayallerim var elbet. Küllerimin üzerini bunlarla kapatacağım. Öyleyse en nihayetinde düşünmek gerekiyormuş. Bu yaralar kimlere merhem olmuş da akıllanmış bir kişi. Kalpsiz insanları düşün. Onların sol göğsünde sadece bir et parçası var. Nefes aldırmaktır tek derdi. Onlarınki kalp değildir. İşte bu kalpsizler bu acılarda bulur merhemlerini. Onlar akıllı olduklarını sanarlar, gözleri yaş nedir bilmezler. Onlar sadece kaybettiklerine ağlarlar, şükretmezler. Onlar her şeyi bilirler ama hiç sevemezler. Bazen de bilmemenin daha güzel olduğunu düşünemezler. Onlar işte, kalpsizler.

Hissizlikten korktuğum aşikâr. Sanki hissetmeye ve hissedilmeye yeni başlarken koparılıp atılmışım o ütopyadan. Hissizliğin tehlikesini, yaptıracağı hataları bilmek erdemindeyim ne yazik ki. Lakin şu sıralar yüreğimin götürdüğü yerde değilim. Yüreğimin bırakıldığı yerde öylece beklemekteyim. Orada bir kaç kırıntı kaldı süpürülecek. Denizlere doğru bakılacak bir iskele var içimde sapasağlam. Gök benim deniz benim mavi benim hala. Ya umut? Bu mavi öyle yakıyor ki gözlerimi. Kapattıkça da siyaha bulanıyorum. Uykularım bölük pörçük. Dokunsalar ağlayacağım. 
İçimde yaşatmaya direndiklerimi bekletmekte olacağım.
İçimde kalan ne varsa bekleteceğim son nadasa kadar.
İçimdeki o son kalan iyi hislerimi saklayacağım yeni günlere
Iyileşmek dert değil, alışığım ben gece gibi karanlık mavilere.
Yine bir Haziran günü olsun ya da Ekimden bir pazar.
Yine bir umut olsun, ki öldürdüğün kalbi sevmek neye yarar?

18 Eylül 2014 Perşembe

İstanbul

İstanbul,
İçinde hiç bu kadar masum bir anı taşımamıştı.
Ve bu kadar ferah olmamıştı bu karmaşada.
Hiç bu kadar yakın olmamıştı bana gözlerin
Ve böylesine titrememişti hiç ellerim.

Vapurların ard arda yaklaştığı iskeleler
Hiç bu kadar kalabalık olmamıştı bize.
Biz, hiç bu kadar kalabalık olmamıştık.
Dünya hiç böylesine küçülmemişti
Ve hayat hiç bu kadar kısalmamıştı gözlerimizde
Perondaki trenleri kaçıranlar gibi
Hiç bu kadar zamansız sevilmedi bir kalp
Lakin içimde büyüyemeyen bir çocuk misali
Pembe düşlerimi yaşayacağım gözlerinde kilitli.


İstanbul
İstanbul ve sen.
Ve o kadıköy vapuru seni ilk gördüğüm.
Ve senden öncesini yok edişin bir gelişinle.
Ve sevdiğim adam.
Seveceğim adam.
Her gülüşünün sebebi olmak isteği kalbimde
Ve bütün gülüşlerimin sebebisin son günlerde
Al içimdeki siyahı maviye dönsün çehremiz
Bir yağmur yağsın bardaktan boşalırcasına
Ve o gün yeniden kavuşmaya söz versin gözlerimiz.

8 Eylül 2014 Pazartesi

His.

İnsanın sevesi gelir ya birini doyasıya, dener sevmek için güvenmeyi. Güvenmeden de sevilmez der çoğu. Haklıdırlar da. Güvenmek öyle karşındakine göre de değişmez aslında. Kör olursan eğer yani sevmek eylemine girişirsen tedariksiz ve ansızın ve sevdikçe yalnızlaşırsan, narin ellerine kezzap dökersin. O kezzap içilmez mi? İçilir. Eğer söylersen sevdiğine her şeyi baştan sona, içersin o kezzapı doya doya. Ne eski sen kalır içinde ne de narin ellerin. Ne kalbin kabul eder başlangıçları, ne de terkedişlerden kaçmak pahasına kaçırdığın güzel insanlar kalır ahvalinde.
Şimdi sen de benim gibisin. Ebedi yalnızlıktan evvel sevmekten yorulmuş, ya da yitirmekten. İnsan kışı geçiriyor öyle böyle bir fırtınaya sürüklü. Ama yazı atlatamıyor öyle kolay kolay, günlük güneşlik hava tepede. Lakin boğazında kupkuru acılar dizilmiş. İnsanlar mutlu ve mecnun. Sen en köşedesin. Hep izlemekle yükümlü ve sevmekle ve yitirmekle. Yitip gidenlerin arkasından bile bakmadığın halde yerinden kıpırdamayan yalnızlığın sol omzuna oturuyor akşam çökünce. Güvenmemeye yemin ederken kendine yalnızlığın senin en güzel günlerinin bile yavanlığını çarpıyor yüzüne. Güvenmediğinden. Doğrusunuz yalnızlık hırçındır. Ahvalin genişledikçe iyice yanaşır boynuna. Kalabalıklaştıkça dolaştığın sokaklar yalnızlığın iyice sokulur alışır sana. Sen alışırsın. Rahatınızı kimse gelip bozsun istemezsiniz. Lakin kalabalık dağılır evlerine. Herkes sizi bir yere kadar sevebilir çünkü. Yalnızlık sizi daima sever, sayar. Ve o meçhul karanlık çöker kanepenin üstüne. Bir tuhaflık oluşur gözlerinde ve perdelerini kapatırsın. Yalnızsın. Yakmazsın ışığı. Yakamazsın. Alışmış gözlerin. Perdeyi aralayınca binaların üstüne resim yapan bulutları izlersin bir çocuk gibi, heyecanla. Sonra geçer. Zaten büyüdükçe azalır heyecan ve telaş artar. Ve bölmek gibi olmasın bir çocuk hıçkıra hıçkıra ağlayınca çok telaşa düşmeyiz de bir kadın ağlayınca elimiz ayağımız birbirine dolaşır. Bunun gibi işte çoğu her şey. İnsan acıya alıştı mı ona olan tepkisi de değişir. Mesela sen sevilmemeye alışmışsındır ve gülüp geçebilirsin buna ve bir başkası hayli üzülebilir bunun için.
Evet.
Acı da paylaştıkça azalır.
Aşk gibi.
Güven gibi.
His gibi.

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Çoktan

Biz seninle çoktan tanıştık.
Aynı vapura bindik farklı zamanlarda
Belki aynı taraftan izledik boğazı.
Aynı hayali kurduk farklı insanlarla
Belki aynı hayali yıktık ellerimizle


Biz seninle çoktan tanıştık.
Gökyüzüne aynı anlarda baktık.
Aynı anlarda bunaldık sıcaktan
Belki de aynı anlarda içtik çayımızı.


Biz seninle çoktan tanıştık.
Aynı adama sorduk adresi bir akşam saati
Kadıköy iskelesindeki gölgelere sığındık sonra
Aynı şarkıyı dinledik farklı duygularla
Belki de aynı yeri mırıldandık bilmediğimizden.


Biz seninle çoktan tanıştık.
Bin bir emeklerle sevdik farklı insanları
Belki de aynı cümleleri kurduk onlara hak etmedikleri
Aynı şekilde pişman olduk bunlardan
Belki de aynı acılarda boğulduk durmaksızın


Biz seninle çoktan tanıştık.
Biz hiç olmayacak şeylere çoktan cesaretlendik
Biz uzaktık, imkansız değil ama zor.
Sarılmak zor, en önemlisi.

Ve bir haziran günü.
Tepede güneşin en afili hali
Aramızda yedi tepeli şehrin bulanık suları
Gülünç değil sevecen bir durum içindeydik halbuki
Kolaydı sarılmak, biz zoru seçtik.
Zorken sevmek yeniden,
Acımı emdi bu şehir pis sularına
Yeniden doğdum senden gelen baharla
O haziran günü tanıştık biz.
O haziran sevdirdi günü güneşi
İşte o haziran günü sevdirdi bana seni.

15 Ağustos 2014 Cuma

Yarına.


Hiç sigara içmemiş bir kadın düşün.
Dudakları yalnızca soğuktan çatlayan.
Hiç içki içmemiş bir kadın düşün
Yüreği içmeye her meyil ettiğinde
Kaleme kağıda sarılan.
Bir an bile mutluluktan ağlamamış bir kadın düşün.
Gözyaşlarını hep bir başına durduran.
Bir kadın düşün,
Hiç sevilmemiş
Hiç öpülmemiş alnından.
Sustuklarını düşün konuşacağı yerde.
Ve susunca her yeni gün bir o kadar yaşlanan.


Bir şiirin kadını olmak mı güzel sizce,
Yoksa bir kadının şiiri mi?
Sizce bir kadın,
Şiirlere özne olamayınca mı üzülmeli,
Yoksa şiirini kaybedince mi?


Hissizliğimin farkındalığı sırtımda,
Benimle.
Her adımımda bir şeyin daha farkındayım sanki
Bir hata daha çıkıyor geçmişimden.
Bir gözden kaçırış
Bir vazgeçiş daha kalıyor boğazımda.
Mutluluğa aç olmamdan dolayı
Bir kez daha vazgeçiyorum gülümsemekten.
Oysa ki elim ayağım tutuyor bugüne bugün
Oysa aç da kalmıyorum.
Öyle savaşa meydan verecek yer de değil çevrem.
Bu güzel şeylerin yanında
Dağınık olan şiirlerim kadar dağınığım ben
Yaşarken mutlu kalamıyorum.
Düşündüğün kadın sensin belki.
Ya da senin kadının.
Düşündüğün kadın benim bir ihtimal.
Belki böyle olan az kadınlardan.
Belki böyle hissiz kalan.
Eksik kalan.
Aynı zamanda bu kadar acıyı tadan.
Oturduğum yer soğuk.
Yanımda sigaram yok.
Yanımda kağıt var, kalem var.
Elimde bir kaç kelam kaldı size dair.
İçki yok evimde.
Sevmem, dürüstlüğü de size kalsın.
Mutluluktan ağladığım günler olacak.
Onlar da varsın yarına kalsın.

9 Ağustos 2014 Cumartesi

Siyahım çoğunluk.

  Pes etmek bile manasız kalıyor. Neye pes ediyorsun? Kaybettiğin halde bu kadar zorlamışsın, direnmişsin. Neyi kanıtlamak istiyorsun? ''Hangisini seçersen seç sonuç hep aynı, acı.'' dediğinde anlamalıydım büyük usta. Büyükleri dinlemeliyim dedim kendime. Şimdilerde dinlemeliydim diyorum. Size hep  ne yapmanız gerektiğini bir şekilde söylemiş olabilirim, affınıza sığınıyorum; her şekilde mutsuzluğun daim sıkıntısının sizi bulacağını söylemediğim için. Olmuyor. Mutluluğun kalıcı olması için insanların kararlarının kalıcı olması gerek. Ki bizler ne zaman bir şeye cesaret edip başlasak ya kendi korkumuzdan pes ediyoruz, ya da o umut bağladığımız o ütopya bize kapılarını açmıyor. Yani, olmuyor. Ben 17 yıllık hayatımda son yılı oldukça dolu geçirdim, çoğunca olumsuz şeyler oldu, acı hep bir yerlerde diri kaldı, acıya meze olan bir yalnızlık vardı sürekli. Bir bütün yalnızlık boydan boya. İçimdeki kelebeklerin kuzguna dönüşü uzun sürmedi. İçimdeki bu yalnızlığın sebebi sırf bir iki gülümsemesiyle beni alt edebilecek bir adamın yaptıkları değildi üstelik, bu yapılanlara saçma bir şekilde sessiz kaldım evet. Sessiz kalmak çoğunca iyi gibi görünen ama ancak insanın bir gün içini açtığı insanın görebileceği bir kaosa tanık olmak. Sessizlik aslında kocaman bir kalabalık. Kalabalığım ben uzun zamandır. Tanımadığım, tanıyamadığım bir sürü insan taşıyorum. Güvenmek kavramına dahi yakışmayan bir insanı kalabalığımın baş tacı yaptıklarım var. Bunları taşıyacağım bir geleceğim var daha. Güvenilecek iyi adamları hiçe sayacaklarım var. Aslında geride ondan kalan hiç bir şey yok Olmadı da hiç. Sadece onun hataları gizli bakışlarımda, dalışlarımda. Bir türlü bitmek bilmeyen kararsızlığım var. Sayısız cümleler söylemiştim bunun öncesi, her biri ''sen gelirsen....'' le başladı. Şimdi ise önceleri gururla taşıdığım bu histen utanç duyuyorum. Senin bittiğin günü ise kıvançla taşıyorum. Böyle olmasını hiç birimiz ummadık, planlamadık. Söyleyemediğin gerçekleri yine taşıyorum. Kendime söyleyemediğim yalanlarla beraber. Kalabalığıma kattım, mavimle siyahım bir arada. Siyahım çoğunluk. Bunu söylediğimi sanıyorum sizlere. Söylediğim bir çok şey gibi;
Esen kalın, üşütmeyin.

24 Temmuz 2014 Perşembe

Sonun Ardı.



Yeni bir yaş lazım bana.
Yeni bir doğuş,
Yeni bir gökyüzü.
Yeni bir mavi.
Bana senin olmadığın her şeyden lazım.
Seni görmeyeceğim bir şehir mesela
Senin yürümeyeceğin sokaklar,
Senin kokunu duymayacağım bir gökyüzü.
Ya da yeni bir devrim.
Derler ya terk etmek bir eylem,
Unutmak ise koca bir devrim
Uzaklaş benden.
Uzaklaş ki daha fazla uzamasın cümlelerim.



Sarhoş olmak kolay acının en nedenli zerzenişleriyle
Ki ben kurduğum hayalleri yıkabilirim ellerimle
Sen değil adam.
Ben yıktım onları, yıkmaktayım.
Bileklerini serbest bıraktım, kaçmaktayım.
Sakin kalmaktayım adam.
Acıyı iliklerime kadar hissetmekteyim
Bir damla bile gözyaşım akmadı.
Seni unutmaktayım adam.
Öyle çok sevmişim ki, kimse inanmadı.
Görmediğin bir gökyüzüne gözlerini kapamak gibi
Gelmeyecek bahara açan çiçekleri koparmak gibi
Bilmediğin bir yalana inanmak gibiydi benimkisi
Senden öncesi, senden gayrısı
Senden alası, senden belası
Fark etmiyor adam.
İsmin artık en tanıdık yabancı
Yerin, geçmiş.
Unutulmak için atılan bütün adımlar gibi
Devrin, bitmiş.


Sen adam.
Cümlelere sığdıramadığım hoşçakallarımı,
Küçücük bir umut bile bırakmadığım dualarımı
Sımsıkı tuttuğum bileklerini kavradığım sabahlarımı
Hiç uyanamayacağın sabahlara karıştır.
Hiç duyamayacağın sesime iliştir.
Hiç okuyamadığın mutluluğuma sor soruştur.
Sen adam.
Bit artık.



20 Temmuz 2014 Pazar

Külleriyle.

Denilecek tek bir hoşçakal kalmıştı,
Edilecek son bir veda.
Biz seninle olmayacak bir duaydık.
Biz seninle apayrı iki ‘Aylak’tık.
Yırttığım bütün sayfalar,
Bütün cümlelerim,
Tek başına doyurduğum sevgim.
Külleriyle birlikte toprağıma çekildi.
Sevgine açtım.
Tek bir cümlene muhtaçtım.
”Geldim.”
Gelmedin, Aylak.
Görmedin,
Öldüm ben.
Bilmedin.
Bittin sen bende.
Öfke ise aldı başını gidiyor.
Nefretim büyüyor.
Sana değil,
Kendime.
Sana olan inancımdan dolayı,
Senin gelişini bekleyecek kadar kör olmamdan dolayı,
Bir gün bile hayal kurmaktan kendimi alamamamdan dolayı,
Kendime nefretim büyüyor, Aylak.
Şimdi;
Son kez ” Hoşçakal ” 
Bu son veda.
Bu son silişim seni,
Yeniden gelirsen eğer
Kapım sonsuza dek kapalı.
Bu son affedişim seni
Sonsuza dek.
Adam değilmiş sıfatın.
Kurtuldum izlerinden
Defterimi, cümlelerimi yırttım.
Şimdi hoşçakal
Aylak.

3 Temmuz 2014 Perşembe

Mavi Çiçek.

Koyu bir acı içimizdeki
Sizlerin büyük hataları var.
Kötülükleriniz var süregelen
Düşünemedikleriniz var içimizde
Hiç mi hiç bilmedikleriniz var
Karşı karşıya gelemediğiniz gerçekler
Sizin korktuğunuz bütün gerekçeler,
İçimizde sizin gitmek bilmeyen kiriniz var.

Kirli bir yürek istemez hiç bir katil
Sevmeye gelince herkes bembeyaz bir çarşaf
Sil baştan başlayıp kirlettiğin o mendil
Gözyaşlarını silerken maktülün
Sen ise hatalarının terlettiği kırıştırdığı alnını sil.
Zor olan bütün doğrulardan kaçarken
Günlük güneşlik havalara acının sisi çöküverir
Bilmekten aciz olduğun bütün eskimişliğim
Benimle birlikte odamda yanı başımda ölüverir
Sorgusuz sualsiz sevdiğim bu adam
Belki de geleceğimin içinde küçük bir geçmiştir.
Kimseye anlatmadığım şimdilerde
Bir özlemin var geceme gündüzüme iliştirdiğim
Ve saklarım o hiç duyamadığım kokunu sinemde
Bir mavi çiçek buldum köşesinde evimin
Sakladım kokun gibi taktım yakama
Ne derman ararım artık ne de bir derdim eksiktir
Şimdilerde fazlasında yok gözüm,
Yok yere hep yanlışı savunduğum oldu.
Sen şimdilerde benim bilmediğimsin.
Sen şimdilerde benim dokunmaya yasaklımsın.
Sen şimdilerde benim,
Beklemediğimsin.



27 Haziran 2014 Cuma

Öyle.

İntihara meyilli olan ruh halimden hepinizden çok nefret ediyorum.

Bir şekilde hayatımın içine etmelerine göz yuman anlayışımdan,

Ellerimi üşüten yalnızlığımdan hayalinle kurtulmaya çalışan bileklerimden,

Bir şekilde o kapıya gelmenin umuduyla bakan gözlerimden,

Evet. Senin gözlerine hala aynı avarelikle bakan gözlerimden.

Her seferinde yıkılan ve acıta acıta yeniden kurduğum hayallerimden,

Ölecek kadar büyük acıları kendime pay biçmekten,

Hani olur da gelirsin diye her gece sana bize dua etmekten,


Kurtulduğum bütün pişmanlıklarımı yeniden yaşamaktan,

Bir zamanlar çok çok övündüğüm kişiliğimi seninle olmak pahasına harcamaktan,

Senin hatalarını bir şekilde hor görüp kendi yanlışlarımı büyütmekten,

Ben hayatımda olan biteni sana yormaktan nefret ediyorum.

Bittim ben.

Uzatmaları oynuyorum.

Yaşım genç, ruhum ölü benim.

Sen benimdin,

Şimdi ise kimseninsin.

Sen, kimsesizsin.

Korkuyorsun bundan, ölümden daha çok korkuyorsun.

Benimle olmaktan korktuğun gibi.

Ve ölüm gibi gelen yokluğunu hafifletecek şeylere başlarım 
belki.

Ben kötüleşirim.

Ben de korkuyorum yalan değil.

Ama sadece kendimden.

İster affet, ister inkar.

Ben büyük kaybedenim.

Sense burada bir piyon,

En büyük aptallığımsın.

Sen

Bundan böyle

Susacaklarımsın.

24 Haziran 2014 Salı

Joseph.


Bulamıyorum Joseph.
Bulamıyorum ölümü günahsız.
Joseph çare yok.
Çaremin bedeli çaremden vefasız.
Gelsen görsen halimi
Süzsen acılarımı boynumdan aşağı
Nefes olup gelirdin.
Nefesim olurdun apansız.

Joseph öldür beni.
Joseph çaresizim.
Görmüyor musun?
Ölüyorum her güldüğünde
Yoksa sen de mi razısın böylesine
Böyle ulu orta bir ölüm mü yakışır şu aynadaki sıfatıma
Joseph yalan söyleme
Ölümü en çok ben hakettim
Gitmek yakışmadı Joseph tenine
Bitmek yakışmadı bize, bitmesin.
İnancımız ateşlenmedi sönmek uğruna
Joseph kaybettik
Aç gözlerini.
Biçare halimin tamamını yansıtamam sözlerime
Korkağın tekiyim ben.
Olur da kaldıramazsan bana olanı biteni
Bittiğimizle kalırız, dayanamam böylesine.


Joseph, korkuyorum.
Bana beklemenin güzel bir yanını söyle
Söyle ki bir iki vakti daha atlatayım
Josep karanlığımsın benim
Siyahım hayrandır sana.
Siyahına hayranlığım gibi bir nebze.
Konuş Joseph
Çekinme.
Tanırım seni.
Ölsen de sen bir ucundan yaşatırsın benliğini
Gitsem de tutarsın kolumdan.
Joseph muhtacım.
Joseph bu insanlar gülüyorlar
Bu insanlar sarhoşlar, aylaklar.
Aylaklıkları bırak artık.
Joseph ben senin özüne muhtacım.
Sabahın bir vaktinde bulutlarda gördüm gecenin seyrini
Joseph bak, gene biraz sen kalmışsın gecede
Kokun bana millerce uzak.
Joseph gül diyorsun bana.
Joseph gülemiyorum.
Joseph tutamıyorum sözümü.
Acılarım neşelerimi alıp götürmüş
İsyan dolu bir iki satır daha okudun üzgünüm.
Bu satırlar Joseph.
Bu satırlara iyi bak.
Beni anlaman en büyük neşem benim.
Joseph bekleme artık.
Bekleme, gülmeyeceğim.

21 Haziran 2014 Cumartesi

Meziyet.

Mutlulukla ilgisi olmayan bir huzur yaşıyorum. Ümitsizlik değil sadece inanç kaybı, bir kısmı olan bitenden. Sonra bu huzuru kaçıran şeyleri kovuyorum. Bir nevi sigorta gibi işte bilirsiniz. Yardımı oluyor tabi ki uzaklaşmak gecelerden. Gecelerin ünü şairlerin yurdudur. Kimileri hüznünü sever gecelerin kimileri aynı tende oluşunu insanlarının. Kimileri sokaklarını sever tanımadığı seslerin arasında kaybolurlar. Kendini kaybetme hissine de ulaşmalı insan. Tanımadığı kimliklere bürünmeli. Dışarıdan izlemek için kendini. Nasıl göründüğünü görmeli. Neler yaptığına bakmalı her adımında. Aslında kendine gelmek için kendini kaybetmeli. Mastar eklerini kaldırıp gereklilik ekleri koymak kolay geliyor cümlelere farkındayım. Olmaz da olursa bi iki cümle kazınsın aklına, bir yerlere. Ne yaşadıysam görüyorum anımsıyorum bu sayfalarda bu dizelerde, ne hissettiysem. Sonra oradaki gerekliliklere bakıyorum ve şu sonucu çıkarıyorum. İnsanlara her zaman bir takım seçenekler sunulur ve onlar her zaman yanlış olanı seçerler.
  Daha önce hiç olmadığımız kadar yaşlıysak bir önceki andan, beklemenin kıymeti kaç misli çarpılmalı hayatımıza kıyasla?
Beklemek azizim.
Büyük meziyet.
Kimi zaman,
Büyük eziyet.
Kimse için değişmemeliysek ortalama şu 70-80 yıl içerisinde, bu sadık kalmak demek kendine. Ki hayatımızda neyden pişman olduysak değiştiğimiz içi oldu, biliyoruz. Birileri giriyor hayatımıza ve sevmek mecburiyetinde kalıyoruz yalnızlığın yaradana mahsus olduğuna inanaraktan ve sadık kaldıkça kaybediyoruz her seferinde. Zırvalıktan başka bir şey değildir insanların ağzındakiler. Bir mavimiz vardı, laçkalaştı ağızlarında. Bir içtiğimiz çayımız vardı, onun bile tadı değişti hayli sıradanlıktan. Böyleyizdir. Siz, böylesiniz. Yapınız bu. Yapılacak en iyi şey kabul etmektir bunu. Ve tükenene kadar tüketmektir sabrı, takati.
Esen kalın, üşütmeyin. 

19 Haziran 2014 Perşembe

KADIN....(devamı)

Biraz dinlenmek için yattı kadın. Düşünmekten uyuyamadı.Döndü durdu. Nasıl olurdu? Kafasında düşündüğünden başlı başına farklı bir adamdı bu. Kendi halinde, hiç evlenmemiş, geçmişi pak biri olarak düşündü bu adamı hep. Gerçi hepimiz bu kadın gibi değil miyiz? Neyin ne olduğunu irdelemeyiz, körü körü masum biliriz, sonra halının altındaki bütün tozlar ortaya dökülür. Esasında saflık karşıda olmaz suç yapanın değil bizlerin, suç uyuyanındır.

Bilmesi gerekiyordu bu kadının en başında her şeyi. Belki de böyle olursa gerçekten ikisi de birbirlerinin gözlerinde geleceği görürken aynı zamanda gülen yüzlerinin altındaki hüznü de hissediyor olacaklardı. Her şeyin farkında olduğuna emin de değildi üstelik. Bunu ondan öğrenmeyi istemeyecekti. O gelip anlatacaktı. Öyle planlıyordu.

Kitaplıktan o sıralar okuduğu kitabı aldı. Kitap her gün orada bulunmasına rağmen hayli özlediği İstanbul'da geçiyordu. Her zaman okuduğu kitaplara göre şekillendirirdi hayatını. O sıralar ne okuyorsa kendi hayatına bağlardı. Düğümlerdi. Ve bir adamı anlatan bir kitaptı bu. Tuhaf bir adamı. Çözülmesi zor adamı. Ve bu sıralar kadın için hayli mühim oluverdi bu kitap. Birden Poyraz bu kitabın baş karakteri oluverdi. Henüz bir kaç sayfa okumasına rağmen sanki onu anlatıyordu kitap. Şaşkınlığına engel olamadı. Ve hayal etti kadın kitabı yarıda kesip. Durduramıyordu kadın, düşünmeden edemiyordu. Aynı evde yaşadıkları düşüncesi sardı kadını. Benzer yaşantılara beraber uyandıklarını düşündü. Kitapta okuduğu 9. ve 10. satırdan olsa gerek. Nefesi kesilir gibi oldu. Aynı kahvaltıyı yapıyorlardı. Güzeldi. Sanki ruhu yeniden çiçekleniyordu. Hayatı güzelleşti kadının birden. Kazaydı, geçmişti unutuverdi. Hayalleri yaşatacaktı onu. Her kötü şeye rağmen. Hayatında ilk defa yaşıyordu bu hissi. İlk defa aşıktı. Karamsar olamazdı. Her çıkmazda geri dönüyordu. Aşmazsa yerinde sayacaktı.

Bunları kurarken kafasında dalgınlığını çalan zil bozdu. Asla zamanı değildi. Giyindiklerinden utandı kadın. O her haliyle dikkat çeken kadın özgüvensizdi. Ama bu sefer açacaktı kapıyı. Bu ikinci gelişiydi. Dinlemek istiyordu. Kapıya gitti. Delikten baktı. Eşofmanları çoktan çıkarmıştı. Günlük giydiği açık renk pantolon ve kot gömleği vardı üstünde. Ne giyse yakıştırıyordu, etkileniyordu.

Aşık olmak kör olmaktı. Bütün olumsuzluklara gözlerini kapamaktı. Bakakalmaktı aşk. Hayran kalmaktı. Birbiri için yaratılmaktı aşk. Bir şekilde dizilmekti kapıların arkasına ama yan yana. Bekletmedi kadın açtı kapıyı. Adamın suratında bir gülümseme belirdi kadının o hali karşısında ve tekrar telaşla doldu yüzü, bir şey söyleyecekti. Ama hazır değil gibiydi. Kadın ne diyeceğini şaşırdı ve;
''Üzgünüm, kafeye gelmek için tereddüt ettim bu sabah, gerçi dışarı da çıkmadım hiç.''
''Biliyorum, Mila. Ben sana anlatacaklarım için tereddüt ettim asıl. Bu yanlış, olmamalı. Bilmelisin en başından en ince ayrıntısına kadar, tozpembe değil her şey emin ol. Karşındaki insan bu kadar masum değil. Üstünü değiştir hadi, bekliyorum.''
''Ne için değiştireyim, kafeye gelmek istemedim bugün ve gelmeyi de düşünmüyorum.''
''Kafeye değil, görmen gerekenler var.''.....devamı gelecek......

16 Haziran 2014 Pazartesi

Siyah.

Yaz akşamlarına yakışır bir hüzün bu
Böyle meltemde kızıl bir tablo gibi
Böyle perondaki yıllanmış trenler gibi
Ellilik bir plak takılmış, sonsuza sarmış gibi
Sokaklar sıcacık, hepsi yabancı insanların
Hepsi ıssız
Hepsi asılsız
Hepsi işsiz güçsüz
Bizim gibi.
Sana anlatmak vardı şu akşam saati Tahir'i Zühre'yi
Sevmezsen masalları eğer
Gerçeklerimiz var boyna yakan ciğerlerimizi
Anlatması zevkli değil bilirim
Anlatması zor anlatması yıpratır
Yaşaması bin misli.



Ama söyleyeyim ben baştan
Siyahım ben, simsiyah.
Kapkaradır gerçeklerim.
Günahlarım birikmiştir kıyıda köşede
Sık sık rastlarsın her adımında.
Rediflere olan zaafım şiirimin her satırında
Acım eseridir gelmeyişlerinin
Siyahım senindir.
Kararmasın ellerin
Yaradır ellerin senin
Yaralıdır için
Karalıdır geçmişin
Kim bilir kimler değdi kalbine
Kim bilir kimleri sevdin zannettin
Ben siyahım işte, simsiyah
Birileri gelir gider unutulur
Sevmek sevilmekle buluyorsa karşılığını
Özlemek dünyadaki en büyük kuruntudur.

3 Haziran 2014 Salı

Sevmeksizin.

Yıldızlar kalabalıktı bu gece
Gece bir o kadar senle dolmuş
Hayaller sabit
Gerçekler kapatamamış güneşimizi
Bir bir salınırken mehtapta silüetimiz
Yorgun göz kapakların yansıtırdı güzelliğimizi
Öyle hazıra da konmadık halbuki
Yorduk yorulduk
Sorduk sustuk daimi bir inançla
Bitap düşene kadar ittik çukura
Sonra güldük ağlanacak halimize
Sahi, neredeyiz şimdi?
Şiirler yazılıyor adımıza besbelli
Lakin nerede o şiirler?
Nerede cümlelerim?
Ulu orta yazmışlarsa her şeyi
Nerede senin aylaklığın?
Yoklar.
Gizlenmişler.
Sesleri yok,
İzleri yok,
Dizleri çok kanamış
Susmuşlar.
Ağlamaksızın
Sevmeksizin gitmişler.






Yağmurlar yağdı bu gece
Göremedin değil mi?
Düşmedi, değmedi tenine
Ben sırılsıklam olmuşum
Nedir bu uzaklık?
Bulutlarımız bir değilken
Gökyüzümüz tenlerimize iki yüzlü.
Nedir bu kargaşa?
Çok mu yıpranmışız?
Gök gürültüleri söylemediklerimiz mi olmuş birden?
Yağmurları göremeyen sen
Nasıl olur da duyuyorsun şu gürültüyü?
Zehir zemberek gecelerimi aydınlatan ay
Nasıl da sığınmış bir olmayan bulutlara?
Kalbim
Nasıl da sarmış senin gölgeni?
Yok.
Ellerin uzak bileklerime
Gözlerin uzak parmak uçlarıma
Lakin hayaller sabit,
Hala.
Güneş ise
Yine kapatacak gerçeklerimizi.
Sense,
Hiç olmadığın kadar,
Benimsin.


1 Haziran 2014 Pazar

KADIN...(devamı)

Kadın yarım yamalak uykuyla başladı güne. Gece sürekli uyandı. Tekrar uyuması yarım saatini aldı hep. Düşünmekten kafayı yiyecekti.Neler yaşadığını merak ediyordu adamın, neler yaşattığını daha çok. Ne yapmalıydı o halde? Doğruyu mu yapmalıydı? Hissettiklerine kulak mı vermeliydi? Doğru neydi? Her şeyi öğrenmesi gerekiyordu. Saat 6:00 idi. Yürüyüşe çıkası yoktu. Kafeye gideceği belirsizdi. Yataktan kalktı. Perdeyi araladı. Adam o anda evden çıkıyordu. Belli ki o yürüyüşe çıkacaktı. Bağcıklarını bağlıyordu. Adam kafasını kaldırdı. Bir an için çok ürktü kadın görüldüm diye. Ama atlatmıştı. Adam gidiyordu. Ama nereye? Kadının evine doğru geliyordu. ''Pes doğrusu. Üstüme başıma bak. Nasıl gelebiliyor öyle apansız? Ne yapsam bilemedim ki şimdi. Uyuyor numarası yapmak en mantıklısı.Evet evet başka yolu yok.''
    Evet açmayacaktı. Ama yine de gitti o kapıya. İksi de kapının iki tarafındaydılar. Delikten adama baktı. Adam hayli kararsız, sıkıntılı. Belli ki onun da uykusu bölünmüş bütün gece. Elini zile götürdü. Çalmadı. Geri çekti elini. Sonra tekrar götürdü. Gene çekti geriye. Belli. Cesareti yoktu. Korkuyordu. Geri döndü. Biliyordu kadının böyle yapacağını. Aslında kadının karakteri belirgindi. Asıl belirsiz olan adamın nasıl biri olduğuydu. Adam uzaklaştı epey. Gözden kayboldu sonra. İçeri geçti.
      Kadın kendine kahve yaptı. Hep kafede içerdi. İster istemez hayal etti. Adam kahveyi yapıp onun yanına getirdiğini düşündü. Güzeldi. Hayalleri onu diri tutuyordu gerçeklere rağmen. Prensibi bu olacaktı hep. Her şeye rağmen hayal kuracaktı. Kahvesini aldı, salona geçti.  Televizyonu açtı. Kanalları gezdi. Hepsi sıkıcıydı. Kapattı. Bilgisayarı açtı. Adamın adını soyadını biliyordu artık. Araştırdı. Bir takım haberlere bile konu olmuş bu adam. Adam meğerse alanında ünlü bir chef imiş. O tatlıları yapmasından şaşmamalıydı bu duruma. Hepsini okudu. Başarılı bir adamdı. Ona dediklerini hatırladı kadın.

''Aslında böyle daha hoş geliyor bana, yoksa merak etmediğimden değil, sadece bu gibi şeyler olmadan hissedilen şeyler daha gerçek. Mal, mülk, şan, şöhret hiçbiri sevgiyi pekiştirmez,sahteleştirir.''

Sevmişti bu durumu. Adama zaten kokusunu duyduğunda tutulmuştu bu kadın. Gözü görmezdi ki şanı şöhreti. Hem ihtiyacı da yoktu. İstanbul'da en iyi yerlerden birinde Kadıköy'de güzel bir evde yaşıyordu. Arabası vardı. Tek başına lüks içinde yaşıyordu zaten. Tek sıkıntısı yalnızlığıydı. Birinin olmaması değildi bu. Birinin kendisinin yanında olmamasıydı.
      Daha da aşağıya indi. Bir haber ama başarısından dolayı değildi bu. Bir kaza haberi. Burada gerçekleşmiş bir olay. Bir araba kazası. Haberde bir karı-kocanın kaza yaptığı yazıyordu. Arabadaki kadın ölmüştü. Demek ki sakladığı geçmişi buydu. Hatta o fotoğraftaki kadın da karısıydı. Ve bu bir kazaydı. Adam öyle bir konuştu ki o akşam sanki bu olay cinayet gibiydi adama göre. Vicdanı sızlıyordu demek adamın. Annesinin fotoğrafının olmaması da kadının dikkatini çekti. Adamdan dinlemesi lazımdı her şeyi. İçine bir sıkıntı düşüverdi. Göründüğünden çok şey yaşamıştı bu adam. Kadından daha fazla yaralıydı. Kadından daha fazla yalnızdı. Bilmiyordu tam olarak. O kazayı. O kazanın nedenini, önemini.
     Ama adam yapabileceğinin en iyisini yaptı. Dürüst oldu. Öyle her adam dürüst başlamazdı yeni bir ilişkiye. Her adam kaybetmekten korkarak sevemezdi. Bırakıp giderdi çoğu kadının kalbini. Yanından gitmezdi. Kalbini çekerdi kendine. Sonra kadın giderdi. Ama bu adam. Farklıydı. Belki yanılıyordu kadın. Ama sevmek böyle bir şeydi. İnanmak istediğini görecekti kadın. Sevmek mi demişti? Aşıktı kadın. Böylesine kısa zamanda. Böylesine habersiz. Böylesine kör kütük. Merak ediyordu. Öğrenecekti. Ama korkuyordu da. Daha fazlasını duymaktan korkuyordu. Zalimce gelmişti ona kıskançlığı. Karısı ölmüştü onun. Ve öyle konuştu ki adam o gece. Sanki karısını hiç sevmemiş gibi. Sanki  asıl vicdan azabı bu yüzdenmiş gibi. Kahvesi içmeden soğumuştu kadının. Kanı ise donmuştu.....DEVAMI ELBET GELECEK.

27 Mayıs 2014 Salı

Sakin.

Günler uzuyor
Geceler aydınlık
Sen hala yoksun
Güneş doğuyor batıyor
Bulutlar toplanıyor dağılıyor
Limandan gemiler geçiyor
Anayurt otelinin kapıları açılıyor
Zebercet saatini sol cebine koyuyor
Şarkılar söyleniyor yeniden bizim için
Şiirler okunuyor, satır satır yazılıyor sokaklara
Sen hala yoksun
Bir bahar geliyor içime doğuyor güneşin
Alıyorsun maviyi şöyle önüme seriyorsun
Birdenbire geliyorsun aklıma işte
Sanki yakınsın, nefesimi kesiyorsun


Ne şiirim anlatsın seni
Ne de güzel şarkılar
Ne sen geleceğim de
Ne de ben bekleyeyim artık
Sen gel
Bütün emir kipleri geçmişimize karışsın
Sen gel
Sustukların birikti içime, konuş
Ahvalim sesinle dolsun taşsın
Gülmek gelmiyor içimden, sen gül
Sen gül de ortalık biraz ısınsın
Sen barışsın
İçim yangın yeri
Beni bilirsin
Gelmezsen ölürüm diri diri
Ah be mualla
Ölmek de varmış yaşarken
Sevmek de varmış böylesine çaresiz
Bakma böyle durduğuma
Her gün daha fazla özlem var
Her geçen gün daha az geliyor kokun
Sen gel
Biraz gülsen gider duygusuzluğum.