Blogger Tips and TricksLatest Tips For BloggersBlogger Tricks

30 Eylül 2013 Pazartesi

Sıfatlar gereksiz bazen.

Sadece sevgili sıfatı için değildir bazı uğraşlar, emekler. Biraz masum olmak, insanlara neler katar bilir misin? Sözlerin anlamı,kifayeti büyük olabiliyor. Ama düşüncelerin önüne geçilir mi bilinmez. Kafandaki soruların cevabı bilinmez. Öyle ki her şeye bir bahane bulan beynimiz kalbimize söz geçiremez. Zaten en güzeli sevmekti, bazen sevilmeyebilir insan. Ama en önemlisi sevgini vermek değil ki, güven vermek. Bin dereden su getirsen de yerine oturmayacak yapbozlar sunuyor hep sana hayat. Sen onu tamamlamaya bakacaksın. Kim ne derse desin, madem insanlar senin hatalarını yüzüne vuruyor, hatalarını bulacaksın onların,sen değil onlar hak ediyor kaybetmeyi. Bırak ne söylediklerini ne duyurduklarını umursama, mutlu ol, sadece gülümse, içinde fırtınalar kopsa da gülümse ve yak canlarını.

Hayat işte, bakkaldan cips mi alsam çekirdek mi seçimi gibi kolay, fakat bermuda şeytan üçgeni gibidir aslında. Engeller bizim şevkimizi kırıyor, bu bizim kabullenemediğimiz bir gerçek. Tabi insanların karşına öyle tesadüfler çıkıyor ki, bazen engeli bir kenara atmak en mantıklısı. Ama bu size göre değişir. Benim gibi kendini düşünmeyen bir tipseniz, yandınız. Sorun her ne olursa olsun. Ciddiyim hayatınızda büyük kaoslara yol açacak bir kriterdir bu. Kalbini dinlemekle beynini dinlemek arasındaki fark gibi. Sen yine de kalbini dinle.

25 Eylül 2013 Çarşamba

KADIN. (Devamı)


Tepki veremedi kadın, çünkü izleniyordu. İçindeki hisleri size şöyle izah edeyim;
Her saniye hissettiğinin bin katını hissediyordu o sıralar. Geçmişi bomboş bir sayfadan ibaret olan bu kadın, her hecesinde büyülendiği bir roman yazıyordu sanki. Başına gelenlerin bu denli doludizgin olması canlı tutuyordu ruhunu. Kuzuların sessizliği bozulmuştu. Güzelliğinin külfeti bitmişti belki. Karşıma bu kadar ince düşünen biri çıkmamıştı diye düşündü. Zaten öyle değil midir hep? Her aşık oluşunda farklı bir tahta oturtur kadınlar erkekleri.  Aşık olan kadın, erkeklerin kalıplaşmış içgüdü ve düşüncelerini siler kafasından. Başlıyordu işte kadının sarhoş oluşları. Bu kadının istisnai bir durumu vardı elbet. Bu kadın, her yönüyle yalnızdı. Yani kaybedecek hiçbir şeyi yoktu. Kadının tek dostu…. Dost diye nitelendirebileceği bir nesne bile yoktu. Nedeni yoktu. Sevmek için, benimsemek için. Ne de iyi olmuş değil mi adamın hayatına girmesi? Gereksiz bir şekilde küstüğü aynalara gülümseyerek bakacaktı artık kadın. Bu yazıyı okuyorsan ve erkeksen sana bir tavsiye. Sevdiğin kadını gülümset. O gülümseyince daha güzel oluyor, bunu en iyi sen biliyorsun.
Gülümsedi kadın. Ardından adam. Ne olacağı belirsizdi belki. Belki boşuna umutlanıyordu. Bilemezdi. Tek şeyi biliyordu kadın. ‘’Bugün üzülmek için fazla güzel.’’ Arka kapıdan geliyordu adam. Elinde tepsi vardı.  Tepki verme, sakin ol, önceki gibi davran, gülümse ama içinden geldiği gibi değil,  öyle yaparsan rezil olursun, yaklaştı, rahatla bayan R rahatla…
‘’ Seçmeniz için fırsat bırakmadığım için beni affedin ama bugün benim spesyelimi takdim etmek isterim size.’’
Sen nasıl bir adamsın. Bu dünyada senden bir tane daha yoktur, adım gibi eminim. 24 yıl yüzüme gülmeyen bahtım büyük final hazırlamış bana sanki, diye düşündü kadın, evet sadece düşündü. Bu kadını biliyorsunuz işte. Söylemez her şeyi herkese. Sakınıyor belli etmemeye çalıştığını. Ama bilmiyor ki yemyeşil gözleri her şeyi belli ediyor. Adamın kadın hakkında tek bildiği en sevdiği şeydi ‘‘gözlerinin dürüstlüğü.’’
‘’Teşekkürler, bu tabak herkese böyle şekilde mi gidiyor merak ettim. Fazla sayıda farklılık sıradanlıktır çünkü.’’ dedi kadın.
‘’ Hayır, kalbimden, aklımdan ne geçiyorsa döktüm bu tabağa, umarım tadı da dizaynını beğendiğin kadar güzeldir.’’ diyerek ve afallatıcı gülümsemesi orada bırakarak uzaklaştı adam.
Tabağın üstünü inceleyince adamın hobi olarak Van Gogh’luk yaptığını düşündü. Çikolata sosuyla kadının portresini çizmişti. Eksik olan tek şey gözlerinin yeşiliydi. Ayrıca tatlının da mükemmel olduğunu tabaktan anlamalıydı. Evlensek her akşam yemeğimizde rencide olurum sanırım, diye düşündü. Gitmesi gereken bir evi olduğunu unutacak kadar dalmış meğerse kadın. Kahvesini aslında pek de acele etmeyerek bitirdikten sonra hesabı ödedi kadın. Sonrasında ise tahminince binlerce saat sürecek olan hazırlanma sürecini başlayacaktı.
Eve giderken planını yapmıştı çoktan. İlk önce evi temizleyecekti. Şöyle kullanılan bütün odaları banyoyu mutfağı temizleyecekti dip köşe. Belki içeri girerdi. Evinin kötü gözükmesini istemiyordu.
Eve vardığında saat 9:00 du. Duş alıp  biraz dinlendi.Uyandığında saat 13:00 idi. Adamın kağıda yazdığı şeyi anımsadı kadın.’’Bu arada en sevdiğim renk kırmızı.’’ Yani ‘’bu gece kırmızı giyin.’’ demekti bu. Apar topar dolabının kapağını açtı. Bakındı, bakındı, bakındı. Ve çıkıverdi ‘Giyecek hiçbir şeyim yok! ’’ cümlesi ağzından. Dolabını görmelisiniz, yığınla elbise vardı. Kadınlar işte. Hemen üstüne bir elbise giydi, çantasını alıp apar topar çıktı kadın evden.
Nasıl bir elbiseyi beğenebilirdi bu adam? Tanımıyordu ki adamı. Sahi? İsmini de bilmiyordu. Adam da kadının. Bu büyük sorunu hiç düşünmedi. Belki çok önemli olmadığından. Mağazaların olduğu sokağı dolaşıyordu. Gözüne sadece bir elbise çarpmıştı. Hayal edin, siz okurken ediyorsunuz ben yazarken. Ön tarafı tamamen kapalı ve sırt dekoltesi olan dizlerde,üstüne oturan bir elbise, can alıcı demeyelim de masum bir kırmızı. Bu elbise onun olmalıydı. Butiğe adım atar atmaz elbisenin bedenini isteyip kabine girdi. Aynaya bakmak için çıktında butikteki tüm gözler kadına çevrildi. Tabiri caizse gökyüzünü andıran güzelliği denizin yansımasıyla parıldıyordu. Açık kahve bukle bukle dökülen saçları yemyeşil gözleri ve kırmızıyla bütünleşmişti. Gözlerinin rengi o kadar berraklaşmıştı ki hiç makyaja gerek yoktu. Arka taraftan bir kadın.
‘’Senin için dikilmiş bu, ay pek de yakıştı. Kaç yaşındasın sen?’’
‘’24 efendim.’’
‘’Tüh benim oğlum vardı, pek yakışıklıdır, ama çoçuğum 20 yaşında, ne kadar da genç duruyorsun maşallah sahibine bağışlasın tü tü tü tü.’’
Böyle şeyler hep oluyordu kadının ömründe ama bu sefer daha bir memnun oldu. Kendini keşfetmemişti henüz. Üstünü değiştirdi. Kasadaki kadına ‘’Bunu alıyorum, yalnız sizden bir ricam olacak, bu elbisenin altına ne renk giymeliyim?’’
‘’Nerede giyeceksin?’’ Doğru ya. Nerede giyecekti, Adam onu nereye götürecekti. Bilmiyordu. Bir şey söylemek zorundaydı. Uydurmakta zorlansa da;
‘’Aslında sade durmasını istiyorum. Yeri sürprizmiş.’’
‘’Zümrüt sana da elbiseye de çok yakışacak, iyi günlerde kullan. 249 lira.’’
Kadın kartını çıkardı cüzdanından. Ödedi. Ve çıktı. İlk defa ne yapacağını bilemiyordu kadın. Afallamıştı. Koca hayatında ilk defa afallıyordu üst üste defalarca. Ve daha çok afallayacaktı. Kadının dediği gibi zümrüt renkte mat bir topuklu ayakkabı ve zümrüt bil kolye aldı. Kolyeleri çok severdi kadın, küpe sevmezdi, yüzüklere karşı ise zaafı vardı bu güzel kadının.
Canı çıkmıştı dolaşırken, daha çok işi vardı. Eve vardığında mecali olmasa da bütün bir evi temizleyiverdi. Saat de 19:00 olmuştu, 10 dakikada duştan çıktı. Saat 19:10. Elbisesini giydi. Ayakkabısını giydi. Kolyesini ve anneannesinden kalan zümrüt taşlı -ailede kopamadığı tek insan- yüzüğünü taktı.19:30.
19:40.
19:50.
19:51.
19:52.
19:53.
19:54. Şimdi heyecandan öleceğim.

19:55…56..57..58…59. zırrrrrrrrrr!!!!!!!!!!!!!!
...devamını elbet gelecek...

23 Eylül 2013 Pazartesi

Biraz da bencil olmak gerekir.

Çaresizliğin en kötü yanıdır, nefes almaya, yaşamaya devam etmek zorunda olmak.
Ağlamak istersin bazen. Öyle acıtır ki canını ağlayınca geçeceğini umut edersin.Hayaller kurarsın bazen umut etmek için. Ama hayallerin sana umut olmaktansa tuzak kurar aslında.
Neyse onu hissetmeli insan. Daha fazlasını beklememeli, istememeli. Çünkü bu kader denen şey senin için öyle şeyler hazırlar ki, çaresizliğin manasını dışarıdan görüp üzülmek yerine yaşayarak anlarsın. Kaderindir. Yaşarsın. En önemlisi yaşamak istemeli her şeye rağmen. Gerçekten nefes alıp verirken iç çekmemeli, düşünmemeli , yaşarken ölmemeli insan. Dert mi? Tasa mı? Anlamlarını hiç öğrenmemeli.
Bu dünyada yapman gereken tek şey nefes alıp vermek. Yalnızlığın kaderinse, kabullenmek.
Olmuyorsa, sevgini gizleyecek engeller çıkıyorsa dışarıdakilerin düşüncesini değil kalbini dinlemek. Unutma ki hayat, kendini değil de insanları önemsemek için çok daha değerli. Esen kalın, üşütmeyin.

18 Eylül 2013 Çarşamba

Hayalperest.

Umursamadığı anlar daha mutlu insan. Daha özgür. Bizler herkesten bir şeyler bekleriz, farkında olmadan. Kiminin yanımızdan hiç ayrılmamasını bekleriz, kimimizden bir ilk adım bekleriz, kimimizden ise bize hiç bulaşmamasını bekleriz. 
İnsanoğlu umursamamayı bilmeli, beklememeyi. Bu konuda doz önemli tabi. Fazla umursayanlara çok üzülürüm mesela ben. Yok ben kimseyi takmıyorum, yok bilmem ne. Asıl onların içindekileri öğrenmeli. Belki kendi savunma mekanizması böyledir. Öyle gözüküyor olabilir. Ama her halükarda umurunda olan bir şeyler vardır, mutlaka. Çok umursayanlara ne demeli? Bu ne der, o ne yapar korkusu gibi hiçbir şey beynini kurcalamamalı insanın. Doz önemli demiştik, evet doz önemli.
Her insan düşünmez böyle konuları, irdelemez, benim böyle bir lüksüm yok mesela. Yapım gereği. Hayal gücüm yüksek olmasa da hayalperest bir ruhum olduğunu düşünüyorum. Mesela size bir örnek göstereyim hemen;
 İnsanlar şarkılar gibidir. Bir süre sonra dinlemeyip sileceğin şarkılar vardır, mesela hiç sevmediğin dinlemediğin şarkılar ve ömürlük şarkılar vardır.

Mesele ben bunu oturup ciddi ciddi düşündüm, keşke daha lüzumlu şeyler düşünsem. Ama olmuyor yani maalesef. Sürç i lisan ettiysek affola. Esen kalın, üşütmeyin.

14 Eylül 2013 Cumartesi

KADIN... (devamı)



Gözlerini açtığında gülümsedi kadın. Sonra birden telaşa girdi, ne giyecekti? Saçlarını nasıl yapacaktı? En önemlisi randevu yerini nasıl bulacaktı? Ama tabi ki her gün rutin olan şeyleri yapacaktı. Saat 05:50 idi. Duşunu aldı ve suyunu içti. Yürüyüşe çıkmak için üstünü değiştirdi. Sahilde yürüyecekti kadın bugün. İçinde öyle bir telaş vardı ki, bir şeylerin önceki günden farklı olduğunu yerleştirmek istiyordu ruhuna, bedenine, hayatına. Yürüyordu kadın. Gülümsüyordu. İnsanlara bakıyordu, sanki hepsi ailesinden bir parça gibiydi. Sanki herkes mutluydu. Hiç biri yabancı gelmiyordu kadına. Farkında olmadan nasıl da yaşamaya başlamıştı kadın. Hissiz ruh hali nasıl da tedavi oluyordu. Bulutlara baktı kadın, kızılımsı ve bembeyaz bulutlara. Ne güzeldi. Ne görüyordu kadın. Sanki bulutlardan biri ‘’R’’ harfine benziyordu, yanlış gördüğünü sandı, gözlerini kapatıp başını salladı ve sonra gözlerini açtı kadın. Yanlış görmediğini anladığında Bugün evren bana çalışıyor dedi kadın. Güldü kendi kendine. Arkasından adamın geldiğinin hiç de farkında değildi. Kumsalda bir kenara oturdu. Derin bir nefes çekti. Adam hayranlıkla onu izliyordu ama artık gitme vaktiydi adam için. Kahvesini hazırlaması gerekiyordu. Kadını orada yalnız bırakmak zorunda kaldı adam. Kadını için kadınını yalnız bırakıyordu. Ama biliyordu bugün adamı kırmayıp gelecekti, mutluydu adam.
Kadın sandaletlerini çıkarıp ayağa kalktı. Yürümeye devam etti. Acelesi yoktu. Yavaş yavaş yürüyordu. Bu iyi bir şeydi. Çünkü adamın kafasında planları vardı kadını için. En çok sipariş ettiği tatlıyı yapacaktı. Ona özel tabak hazırlayacaktı. Heyecanından utanarak aceleyle kafesine koşarken kadın huzurlu bir şekilde dalgaları izliyordu. Kadın içinden ‘Şimdi her gün gittiğim kafeye giderken bile heyecanlanıyorum, ne olacak bu halim?’ dedi. İç çekti biraz, sonra artık kafeye gitmek için sahil yolundan çıktı ve kafeye yürüdü.
Kafeye girdikten sonra kadın etrafına baktı. Adamı aradı gözleri. Bulamadı. Boş bir masa bulup oturdu. Adam kadının geldiğini fark edince kahvesini ve tatlısını hazırlayıp bir kenara koydu. Menüyü alıp kadının karşısında belirdi.
‘’İlk defa bir kafede patronun garsonluk yaptığını görüyorum.’’ dedi kadın.
‘’Ben de ilk defa kafemde garsonluk yapıyorum.’’
Gülümsediler karşılıklı.
‘’Buyrunuz.’’ diyerek masaya menüyü koydu ve ortadan kayboldu adam.
Menüyü açtığında içinden bir not yere düştü. Yerden usulca aldı kağıdı kadın.
 ‘’Hazırlan ve evde bekle, çünkü bu randevunun gecikmesi en son istediğim şey. Ve benim en sevdiğim renk kırmızı. Afiyet olsun Bayan R.’’

..DEVAMI GELECEK...

3 Eylül 2013 Salı

Keşke.

Zaten öyle bir hüzün vardı ki içimde, sanki bütün romanlar aldatmıştı beni, bütün hikayeler mutsuz bitmişti. Umut kavramının bu kadar gereksiz kaldığı bir zaman var mıydı acaba. Sessizce oturdum köşeye. İnsanlar uzaylı görmüş misali bana bakıyordu. İçimde hem fırtınalar kopuyordu, hem de yorgunluk vardı bir nebze. Baş edememek bu olsa gerek. İmkanın kısıtlığı, gücün kısıtlığı. O anlarda beklediğin bir mucize sadece yüzünü güldürüyor. Sonra geçiyor. Hani derler ya umudunu kaybetme, kendini kaybetmeden. Aslında demezler. Ben derim. Şimdi diyemem. Ne kadar istediğimi bilemezsiniz. Keşke sığınabileceğim bir insan olsa başucumda.Tok açın halinden anlamaz ki, azıcık ağlar, azıcık üzülür, ama anlamaz. Sen sanıyor musun ki derdini paylaştığın kişiler seni tam olarak dinliyor? Bilmiyorsun ki yalnızsın. Bak bir parti yap, düğün yap çalgılı çengili, vur patlasın çal oynasın. Her daim yanındayım'lar falan. PA-LAV-RA. Bir gün benim gibi ol. Özenle kremlediğin, baktığın, uzattığın saçın bir gün lanet olası bir kanser yüzünden gitsin, o zaman yanındakiler bir elinin parmağını geçmeyecek, bunu aklından çıkarma.

(Kurgudur. Onurla sunar.)