Blogger Tips and TricksLatest Tips For BloggersBlogger Tricks

9 Mayıs 2013 Perşembe


Buruk bir sevinç

Belki biraz umut


Sadece mutlu olmayı dilemek


Kendini kandırmak


Gizlice inandırmak


İnandırmak için kendine söylediğin yalanlar


Yalanların tek tek yüzüne vurulması


Gerçekler,


Peşini en başından beri bırakmayan


Beynini kurcalayan


Hep başından savdığın


Yok kabul ettiğin


Hesaplaşma


Her şeyi kavradığın


Pişman olduğun zaman


Kabullendiğin zaman


Biriktirdiklerini kusarsın


İçin rahatlar


Tövbe edersin


Kendine verdiğin sözden asla dönmemeye ant içersin


Sonra yeniden bir şey olu
r

Buruk bir sevinç


Belki biraz umut


Sadece mutlu olmayı dilemek


Kendini kandırmak….... 


Baharın eşsizliği,

Yazdan hafif serin

Kıştan fazlaca hareketli

Yavaş yavaş ağaçlar yeşerir

Yavaş yavaş sorumluluklar azalır

Yavaş yavaş eğlenceli olmaya başlar

Yavaş yavaş aşkın yokluğu içine dokunur

Yavaş yavaş yaşama sevincin artar, mutlu olursun

Yavaş yavaş evin bunaltıcı, kasvetli havasından kurtulursun

Yavaş yavaş. Kışı sevmem pek. Hiçbir şeyi yapmaya mecalim olmaz. Soğuğu sevmem dolayısıyla. İçimi ısıtan şeyler tek kaçış noktam. Katlanılabilecek şeyler. Eğer bir şeye katlanabiliyorsanız mutlaka onun arkasında arzuladığınız şeyler vardır. Çıkarlarımız demeyelim de buna, bir nevi tesellilerimiz. Kışın arkasında bahar var mesela. Baharı beklerken soğuk kış geçirmeye razı olmak. Bu somut bir düşünce. Ama hayatımızda bu düşünce yapısını bizzat görüyoruz. ‘’ Gülü seven dikenine katlanır.’’ derler.  İnsanların eften püften olayları tartıp biçip atasözü haline getirecek hali yok ya. Elbet vardır bir geçmişi, yaşanmışlığı. Cidden öyle ama. Düşünün birinden hoşlanıyorsunuz ve onun arkadaşlarından pek haz etmiyorsunuz. Bu sizi caydırmaz hoşlanmaktan ve katlanacağınız birçok kişi meydana gelir. Sevmeye mecbur olduğunuz. Aslında işin felsefesine girecek olursak marketten bir şey almak bile bununla eşdeğer. Feda ettiğimiz veya katlandığımız şey her ne olursa olsun böyle şeyler fedakârlık gerektirir. Düşünüp karar vermemiz gereken tek şey ise;
Kazanacağımız güzel şeyler uğruna katlanıp veya feda ettiklerimize değecek mi?

3 Mayıs 2013 Cuma

Kadın (devamı)



Elleri terlemiş, utançtan kıpkırmızı olmuştu kadın. Güzel yemyeşil gözlerin yere sabitleyip yürüyordu. Cevap bekleyen adam,  o sırada anladı kadının ne kadar inatçı biri olduğunu. Belli ki o elektrik tam anlamıyla tutmuştu. Kadın şimdilik hislerini olabildiğince gizli tutmalıydı. Emin olamazdı, tanıyamazdı, en önemlisi de güvenemezdi. Gayet de soğuk davranıyordu kadın. Sokak sonundaki yol ayrımına birkaç adım kalmıştı. Adam yeterince sabretmişti zaten,
‘’ Pekâlâ, sorumu yanıtlayıp yanıtlamamak sizin elinizdeydi ve yanıtlamadınız. Sizden istediğim sadece şu kâğıdı almanız.’’dedi ceketinin cebinden kâğıdı çıkarırken.
‘’ Bu nedir? ‘ diye çıkıştı kadın.
‘’Sizin için hazırladığım ufak bir kâğıt.’’dedi adam.
‘’ Beni sadece 10 dakika kadar önce gördünüz, ben de açıkçası bu kağıdı ne ara hazırladığınızı merak ediyorum.’’ Dedi. İçten bir umut onu dürtüyordu. Belli ki adamın duyguları kadının duygularından önce fire vermişti. Adam düşündü bir süre. Ya kafasında toparlıyordu ya da gerçekten ne diyeceğini bilmiyordu. Ama ne söyleyeceğini tahmin edecek kadar tanımıyordu henüz.
‘’ Ben sizin gibi suallere sessizlikle cevap vermeye alışkın değilim. Ne hissedersem onu söyleyeceğim,  beni sadece 5 dakika dinleyin. İnanın pişman olmayacaksınız.’’  dedi. Kadın, içinden işte buldum derken ‘’ Dinleyeceğime değecek sanırım.’’ Deyiverdi.  Önce derin bir nefes aldı adam.
‘’ 9 Haziran’da iş stresini atmak için buraya, Muğla geldiniz. 12 gündür kafeye geliyorsunuz…’’  Bugün ayın 21’i.21 Haziran. Bir yere mutlaka not etmeliyim diye düşündü kadın.
 ‘’ Her sabah saat 9-10 suları geliyorsunuz. Erken saatlerde kalkıp Datça’nın güzel havasından faydalanıp yürüyüş yapıyorsunuz. Yürüyüş temponuzdan dolayı yüzünüz kızarıyor bu bana çok masumane geliyor. Gününüze asla kahve içmeden başlamıyorsunuz ve kahvenizi her zaman sütlü içiyorsunuz ve yanında mutlaka bir tatlı alıyorsunuz. Sonra hiçbir yere sapmadan evinize gidiyorsunuz.’’ dondu kaldı kadın. Tahmin edebilirdi sevildiğini belki ama bütün bunları nasıl biliyordu? Bu kadar ayrıntıyı nasıl oluyor da yanlışsız tahmin edebiliyordu? Ya da tutturuyordu diyelim. Soracak çok şeyi vardı. Merak ettiği birçok şey. Takip edildiği barizdi ama nasıl öğrenecekti her şeyi nasıl bildiğini? Bu sefere ne merak ediyorsa açıkça belirtecekti. İçinde dallandırıp budaklandırdıktan sonra hevesi kırılacağına en mantıklısı soracaktı. ‘’ Bütün bunları beni hiç tanımanıza rağmen nasıl oluyor da biliyorsunuz?’’ asıl şaşıracağı nokta geliyordu.
‘’ Ben aslında sizi bir nebze de olsa tanıyorum. Aslında ben sizin komşunuz ve her gün gittiğiniz o kafenin sahibiyim. Her gün sizden önce kalkarım, yürüyüş yaparım. Sizinle aynı yerlerde yapmam yapamam. O cesareti kendimde görmüyorum çünkü. Kendime ait yürüyüş yolum var. Çalışanlardan önce kafeye gider sizin muhtemelen beğendiğiniz kahveleri hazırlarım. Tatlıları yaparım. Sonrasında sizi bekler, gelince de hep sizi izlerim.’’
Kadının tahmin ettiği şeyleri tek tek doğruladı adam. Mutluydu kadın, milim milim mutlu oluyordu. Hayatındaki boşluk milim milim doluyordu. Hiç unutamayacağı sözcükler milim milim kazınıyordu aklına. Şu an kadar her şey güzeldi fakat,
Korkuyordu kadın;
Her şeyde bir kötülük arardı, ondan kaçardı.
Akıllıydı kadın;
Her güzellikte bir kötülük, her kötülükte bir güzellik olacağının farkındaydı.
Buna rağmen korkuyordu kadın;
Önyargısı vardı fazlasıyla. Aşktan kör olsa bile bir şeyleri düşünmek zorunda hissediyordu.
Anı yaşayamazdı. Bu onun için bir lükstü. İleriyi düşünmeden edemiyordu.
Bu düşünceleri aklını tırmalarken adam kadının elini nazikçe kendine çekti. Pembe renkli oje sürülmüş tırnakları ince ve uzundu. Avucunu nazikçe açarak küçük kağıdı elinin içine koydu ve diğer eliyle yavaşça kapadı. Tenlerinin birbirine değdiği her anı saatlerdir yaşıyor gibiydi kadın. O eli hiç bırakmak istemedi. Şu anda anı yaşamalıyım işte diye düşündü. Adam kadının yeşil gözlerine uzunca baktı ve ‘’ Orada olursanız çok mutlu olacağım, emin olun.’’ dedi ve tekrar kafeye doğru yürüdü...DEVAMI GELECEK..


2 Mayıs 2013 Perşembe

Kaybettiğimiz şeylerin ne kadarının farkındayız?



Sonuçlarını tahmin etmeye çalışırken hangimiz objektif bakıyor ki? Daha kazanamamışken kaybedeceklerimizden korkuyoruz. Dünyada hiç bir şeyin garantisi yokken bu neyin telaşı? Tamam, kaybetme korkusu her insanda olur. Bu bir insan olur, bir duygu olur. Ama hayat bize sürekli seçimleri sunarken bizim kaybedip de görmediğimiz birçok şey olacak zaten. Birçok şeyi görmeyeceğiz. Kaybettiğimiz birçok şey kazandığımız şeylerden çok daha değerli olacak. Elbette olacak.
Bizler istemediğimiz kişileri, hisleri, varlıkları, durumları öyle kötüleriz ki kendimizi ondan uzak tutmak için öyle uğraşırız ki: kaybederiz. Her şeyin içinde olan güzelliği göremeyiz. Ne demeli bu duruma? Üstünü karalarız. Görmezden geliriz. Pişman olmayız belki, çünkü kaybettiğimizi göremeyiz. Bu yüzden mutsuzuz, yalnızız. Ha bir de kazandıklarımız var. Bize cazip gelen sadece tek bir noktası olsa bile diğer kötü yanlarını kaile bile almayız. Kaçırdığımız bir sürü nokta. Kaybettiğimiz bir sürü güzellik.
Peki, bunların hangi lanet huyumuzdan kaynaklandığını biliyor musunuz? Hepimizin içinde bulunan –bazılarımız inkâr etse de- Önyargı. Keşke içimizden söküp atabilsek. Bazılarımız başarmış gibi duruyor ama onların da mutlaka fire vereceği zamanlar olacak. Elbette olacak.