Blogger Tips and TricksLatest Tips For BloggersBlogger Tricks

21 Nisan 2013 Pazar

HAYAL EDİN…



İstanbul’da, Kadıköy semtindeyim. Harika bir sabah, onun kadar harika martı sesleri. Bir o kadar boğucu güneş. Dışarı çıkmak için hiç uygun bir saat değil. Hep böyle oluyor temmuz zamanı zaten. Hep öğleden sonra güneş gider ılık-serin arası hoş rüzgar. İstanbul’un nefis kokusu. Şu benzin-mazot kokusu değil yahu. Deniz kokusu.  Her şeyi unutup, gözlerimi kapatıp derin nefesime aldığım o koku. Müptelası olduğum o koku.
Evdeyim henüz tabi. Gözlerimi açtığımda üstümdeki ince örtü bir kenara toplanmış, yastığım kafamın üstüne çıkmış. Darmadağın bir sabah. Ama yazlar böyle sabahlarla güzel. Özlediğim sabahlar. Etrafta duyduğum yandaki açık pencereden gelen martı sesleri. Hepsinin apayrı muazzam ritimleri var.Tabiri caiz ise Tanrının melodileri.
Akşamdan tam olarak temizleyemediğim makyajım, uykuda akıttığım gözyaşıyla yüzüme intikal etmiş. Yüzümü musluktan akan buz gibi suyla serinletip yıkadım. Duşa girdim. Bu boğucu havada sık sık yapmanız gereken tek şey duş almak.  Çıktığımda saat tam 12:00’ydi. Hava nasıl sıcak nasıl sıcak insanı hemencecik bezdirebilir. Bu şehri sevmiyorsan eğer tabi. Neyse ki duşun verdiği ferahlık her sabah beni bu durumdan uzak tutuyor. Su ısıtıcıya fincanım kadar su doldurdum. Düğmesine bastıktan sonra içeri gidip darmadağın olmuş yatağıma uzandım. Akşam telefonumla çektiğim fotoğraflara baktım. Ne de güzel bir akşamdı. İstanbul’un gelmiş geçmiş en sağlam konseriydi.  Gittiğim ilk büyük konser,Iron Maiden. Oradan eve getirdiğim bir sürü anıya baktım. Saç bantları,T-shirt ler ve onlarca fotoğraf ve video. En güzel mi güzel anım. Şimdiye kadar.
Tak! Ardından hışımla kaynayan suyun sesi. Dolaptan kahve kutusunu aldım. Güzel bir sabah. Bol bol süt tozu kattım. Sabah sabah çarpar belki sert kahve. Kahvemi aldığım gibi pencereye gittim derin bir nefes aldım. Kahve ve deniz kokusu karışmış. Hayata bağlar, yeni bir güne başlamak için huzur verir bazı şeyler. Eğer ben şu anda bunları düşünmeseydim bunlar o kadar sıkıcı heyecansız gelirdi ki. Ama biliyorum ki, bazı şeyler sevdikçe güzel. İnsanından tut şehrine, ülkesine, dinine. Postlarım olmalıydı. Arkadaşlarımdan gelen. Akşam için çok heyecanlıydım. Sanırım hepsi birer fotoğraf isteyecekler. Soracaklar ne kadar eğlendiğimi. Sanki mümkündü eğlenmemek. Hepsini cevapladım heyecanla. Bilgisayarı kapadığımda saat 1’e geliyordu. Bulutlar engel olmaya çalışıyor ama nafile. Benim kadar inatçıydı o gün güneş. İçimde kimsenin göremediği kadar masumluk vardı. Hafif suçluydu ama özü iyiydi.
Evi toparlamam uzun sürdü. Şapşallığım kaç yıldır benimle? Kendimi bildim bileli dağınım ben. Kendimi bildim bileli “şapaşol”.Her neyse. Toparladım evi aceleyle derken saat 2:30 olmuş. Hazırlanmam için az vaktim kalmış. Gardırobu açtığımla bir kaosla karşı karşıyaydım. Hangi elbise mi giyerken görmedi ki? Heh. Bir tane kot elbise buldum. Bunu kesin görmedi. Saçlarımı özgür bırakmaktansa dağınık bir topuz yaptım. Kot elbisemi üstüme geçirdim. Daha sonra evde nereye koyduğumu hatırlayamadığım maskaramı hatırlamaya çalıştım. Ev tekrar bir şey ararken dağılıyor hep, nasıl nefret ediyorum. Neyse ki buldum, banyoda dolaplardan en küçüğüne kaldırmışım. Yüzümü tekrar yıkadım. Hafif maskara sürdükten sonra, artık hazırım. Telefonumu da uzun uğraşlar sonunda bulduğumda ayakkabı dolabından kahverengi deri babetlerimi aldım. Askıdan da kırmızı ceketimi ve kahverengi minik sırt çantamı alınca nihayet evden çıkabildim. Saat 3:30’du. Evin birkaç kilometre uzağında yol çalışması vardı. Yollar bayağı dolambaçlıydı. Semt merkezine gelebilmek için deli gibi yürümek gerekliydi neredeyse. Yürüdük tabi ne yapıcaz. Hafif ter bastı beni. Klişe olacak ama kelebekler uçuşmaya da başladı midemde. İlk buluşmamız değildi. Ama bilmiyorum, akşam gayet eğlenceliydi. Sadece o da olmadı, bu konsere gitmek isteyen birçok dostum da vardı. Bir sürü anımız olmuştu hem. Bugün konuşabileceğimiz bir sürü konu. İdmanı vardı onun da bugün aslında. Gitmedi tabi. Yordum sanırım onu, o gitmek istemedi ama ben istedim. Sadece benim için geldi. Gelsin benimle olsun bu güzel günümde diye.
Sahile vardığımda yeterince hatta fazlasıyla heyecanlıydım. Her buluşma neden ilk buluşma gibi olur ki. Her ne ise bu durumdan gayet memnundum. Kayalardan birine oturup denizi kokusuna dalmışken hem alışkın hem de müptelası olduğum bir koku daha yerleşti nefesime. Onun kokusuydu. Ellerini gözlerimde hissettim. Sonra dudaklarını yanağımda. O sevimli sesiyle ‘’Üzerindeki elbiseyle seni tanıyamayabilirdim ama babetlerini tanımamak mümkün değildi’’ dedi. Bana bakıp gülümsedi. İçim onla doldu. Taştı. ‘’ Geciktin.’’ Dedim beklediğim kadar sert bir sesle. Neden yaptım? Neden böyleyim? Hayır. Bugün akışına bırakıyorum dedim kendi kendime. Zaten gülüşü buna yetiyordu, bütün sinirimi kırgınlığımı alıp çekiyordu. Gözleriyle gülünce bir de deme keyfime. O benimdi. Her şeyiyle. Ben de onundum. Sevecen bir tavırla ‘’Gel otur yanıma yoksa atarım kendimi’’ dedim. Güldü. Yine güldü…
Uzun bir süre boyunca oturduk. Kahkahalar gülmeceler derken saat 4.30 olmuştu. Hava artık serin, güzel. Aklıma gelen tek şey vapur oldu. Elinden tuttum ‘’ Bu güne, bu güzel havaya bir vapur sefası yaraşır, bir de ben çok acıktım.’’ Gülme işte yine gülüyorsun. Beni tutsak ediyorsun hep. ‘’yemek yiyelim sonra vapur sefası yaparız.’’ Aniden. Ben de ‘’Ne gerek var canım simit yeriz,önceden de olduğu gibi. Hem vapurda pahalı oluyor her şey. Bak şurada bir seyyar satıcı var oradan hallederiz.’’ dedim.  Kafasını evet dediğini belli edercesine salladı. El ele koşturmamız zaten hep olan bir şey. Hala şükrediyordum topuklu yerine babet giydiğime. Vapur girişine koşa koşa zar zor yetiştik. Mutluyduk,her zaman olduğu gibi. Kahkahalar atıyorduk. Herkes bakıyordu bunların amacı ne diye. Ne bu kadar komik olan? Bilmiyorduk ki. Kıskanıyorlardı belki. Evet evet kesin öyleydi.   
Vapurun içi öğle sıcağı kadar bunaltıcıydı. Biz her zaman dışarıyı tercih ediyorduk. Ben dışarı çıkarken o çaylarımızı almaya gitti. Geldiğinde denizin müthiş kokusu susam kokusuyla birleşirken karnım iyice acıkmaya başladı. Geldiğinde çayların sıcağından dolayı şikâyetçi gibiydi. Yüzünü somurttuğu nadir zamanlardan biriydi. Hemen aldım ellerinden çayları. Birlikte bir çırpıda yedik her şeyi. Epey acıkmışız zaten. Karşıya vardık. Hedefimiz günü Galata Kulesinde sonlandırmaktı. El ele tutuşmaktan ellerimiz terlemeye başlıyordu ama bu çok de umurumuzda değildi. Yürüdük, yürüdük, yürüdük. Ayaklarımıza karasular indi. Ama yol bitmedi. Ara sıra durup dinlendik tabii ama genel olarak hep yürüyorduk. Tuttuğunu koparan insanlardık. En ufak meselede bile kavga etsek de bu bizi hırslı yapıyordu.
Galata’ya vardığımızda saat akşam 8.00’di. Kulenin dibine attık kendimizi birden… Birden bir şey söyleyecekmiş gibi nefes alışı değişti.’’ Bütün güzel anılarımda, bütün zor günlerimde, her sabahımda,her gecemde sen yanımda olsan?’’ dedi. Bu neydi şimdi? Bir evlenme teklifi miydi? Biz bir mi olacaktık? O şanslı kadın ben mi olacaktım? O güzel gülüşü kalbinin baş tacı yapan o şanslı kadın? Henüz ona onu sevdiğimi söylememiştim doğrudan. Kimseye söylememiştim. Şimdi tam sırası mıydı yoksa zaten belli etmiş miydim?
‘’Her zaman o güzel gülüşünle uyansam? Gözlerinin içinde kendimi hissetsem? Hayatımı seninle sonlandırsam.’’ derken parmağını dudaklarıma yerleştirdi ‘şşş son yok,şu anlık sonlanan hiçbir şey yok’’içim cız etmişti sanki, ‘’peki..Ben bunu daha önce kimseye söyleyemedim.Biraz zorlanıyorum elbet ama dürüst olmak gerekirse şu an tam sırası,ben seni çok seviyorum,seni kalbime sokup saklamak istiyorum. Ama merak etme bu kadar cani değilim.’’. Gülümsedi güzel yüzü. Gülümsedi güzel gözleri. Mutlu oldu. Hissediyordum. Her zaman mutluydu ama şu an farklıydı. Biliyordum. ‘’ Beraber aynı hayatı yaşamak için bir engelimiz yok işte, daha ne bekliyoruz? dedi.  Nasıl diyecektim? Nasıl onu bu kadar mutluyken söyleyecektim? Ama olması gerekiyordu. ‘’Hani bir ay önce ben sana küçük bir seyahate çıkıyorum demiştim 1 hafta yoktum ya?’’ Yüzü vapurdakinden daha kötüydü. Bir anda değişti. Şüphe doldu içi.’’Evet,annenlere gittin sanıyorum.’’ Dedi. Cevap bekliyordu. Bense nasıl söylerimin hesabını yapıyordum,aniden döküldü içimdeki zehirli sözcükler.. ‘’O zaman hastaneye gitmiştim… Ve artık iyileşmem için çok geç.’’ Kaldı öylece karşımda. ‘’Ne! Ne hastalığı bu ? Vardır bir çaresi eminim,Amerika’ya gideriz belki bulunur. Kestirip atamam,böyle olmaz beni böyle bırakma… Lütfen.’’ İçimden bir parça koptu. Ağlıyorduk. Gözlerimizin içine baka baka. Düşünüyorduk. Bir anda öyle sıkıca sarıldı ki bana kokusunu içime çektim yine,acıyla bu sefer,özlemle. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder