Blogger Tips and TricksLatest Tips For BloggersBlogger Tricks

21 Aralık 2013 Cumartesi

İyisi mi sen alış.

Yürüyordum ıslak kaldırımlarda. Su birikintilerine dikkatsizce basıp ıslatıyorum paçalarımı. Gökyüzü griye bulanmış. Tepede kocaman suluboya tablosu. Üzerime doğru yürüyen, gözlerimin içine bakan insanları görüyorum. İnceliyorum yüzlerini. Kimisi genç kimisi ihtiyar bu insanların. Tanıdıklara rastlıyorum ve çoğaldıkça bilindik yüzler tekinsiz sokaklara çeviriyorum ayaklarımı.Yürüdükçe yalnızlığı yakıştırıyorum kendime. Ceplerim yalnızlık doluyor. Ceplerim yalnızlık kokuyor. Yanılıyor da olabilirim. Belki de bu koca bir sensizliktir. Ağırlaşıyor yüküm yürüdükçe. Adımlarım seyrekleştikçe soluklarım kısalıyor.İstemeye istemeye durduruyorum ayaklarımı. Bir kaç adım ilerideki banka bakıyorum. Biri var. Bir yaşlı 75. Ölü gözleriyle yere bakıyor. Kafası ne kadar doluysa o kadar boş bakıyor adam. Yanına oturuyorum sessizce. Düşünüyorum. Aklımdakiler kemirdikçe benliğimi, olamayacakları düşündükçe gözlerim doluyor, bir iki yaş akıyor gözlerimden. Gözlerimi sıkıp gömüyorum başımı atkımın içine. Derin bir nefes alıp tekrar karşıya yöneltiyorum bakışlarımı. Fark ediyorum ki yaşlı 75 bakıyor gözlerime. Kafasındakileri okuyorum. Büyük bir merak içinde bana ne olduğunu düşünüyor, tahmin yürütüyor. Derin bir nefes alıyor, verirken nefesini ciğerlerinden gelen derin bir sesle öksürüyor bu yaşlı 75. Kafamı ona doğru çeviriyorum. Çiziklerden, soluk lekelerden ibaret  ellerine bakıyorum. Kim bilir o eller neler çekti?
Belki o eller bir kadının yüzüne şiddetle çarptı.
Belki o ellere gayrimeşru cinayetler bulaştı.
Belki o eller dizlerini çok kez dövdü.
Belki de o ellerini iyi niyetinden çok kez başına vurdu.
Konuşacak gibi oluyorum. Sonra eğiyorum başımı yere, yalnızlık dolu ceplerime sokuyorum ellerimi. Yaşlı 75 de konuşacak gibi oluyor ve ben yüzümü ona çeviriyorum. Ve o da suskunluğa bürünüyor yeniden. Nihayetinde soluksuz derin bir nefes alıyor bu yaşlı 75.
Nasıl da karışıyoruz hayatlarımıza bu kadar susarken.
Nasıl da sessizce dertleşiyoruz şimdi.
Kimse konuşamadan anlaşamaz derler hep. Gözlerimizle nasıl da anlaşıyoruz.
Ben ne yaşamışım ki ona göre?
Ne kadar hata yaptım?
Yüzünde pişmanlığın, keşkelerin kalıntıları, gözlerinde geçmişi saklı.
Benimki ise koca bir çaresizlik.
Bu düşüncelere dalıyorken karşımda 2 genç hemşire görüyorum. Bir tekerlekli sandalyeyi üzerimize sürüyor. Ne için geliyorlardı? Aklıma getirmemeye çalışarak olanları izliyorum. Ve hemşireler bu yaşlı 75'in kollarını kavrayıp oturtuyor sandalyeye.
İçim paramparça.
İçim suçlu.
İçim yine çaresiz.
Yine suskun.
Yorgun elleriyle önüme sürüyor sandalyesini.Ellerini yüzüme getirip yaşlarımı siliyor. Elimi tutup kalbime koyuyor bastırarak ve bana bakıyor. ''Atıyor mu?'' diye soruyor çatallı sesiyle. Kafamı sallıyorum şaşkınlık ve merakla. Sonra kendi kalbine götürüyor.Soruyor ''Atıyor mu?'' Evet. Bu yavaş bu yorgun ritim ellerimi okşuyor. Yine kafamı sallıyorum. Konuşmak için derin bir nefes alıyor. Öksürüyor yine.
''İşte evlat.. Bu dünya bizim için.Henüz toprak ciğerimize dolmamış. Hala atıyor kalbimiz.
İşte evlat... Boşalt o ceplerini. Yalnız öleceksen de benim gibi, ertele bu yaşlanışı. Şimdi gidiyorum evlat. Dünyanın bir kademe derinine inmeden çekeceğin çok acı, akıtacağın çok yaş var. İyisi mi sen alış, meydan oku. Meydan okumaya alış evlat.'' dedi bir yandan dizime hafifçe vurarak.''Tülin hadi kızım gitme vakti.''
Yüreğimin sızlayışı titretti ellerimi. Ve öylece gitti yaşlı 75. Gözlerimde küçülürken silüeti, boşaltıyorum ceplerimi. Vardır bir bildiği.
Esen kalın.Üşütmeyin.

5 Aralık 2013 Perşembe

Acı ve Nefretin Sonsuz Senfonisi.

Duvarların arkasındaydım hep. Çelimsiz ellerimle yıkmaya çalıştığım. Hep daha fazla güç istiyordu yıkmam için. Hep daha fazlasını alıyordu benden. Ben yıktıkça daha fazla örüyordu kendini. Sarf ettiğim bütün çaba umudumun bir simgesiydi. Canlı bir kanıtı. Gittikçe sarıyordu etrafımı. Ruhum daralıyordu. Ve çaresizlik insanı ağlatırdı. Yıldırırdı beni gözyaşlarım. Ama her seferinde etrafıma örülen bu duvarın içinde çimleri yeşertiyordum. Bulamadığım umutlara sarılıyordum. Oysa ki ortada kocaman bir çaresizlik vardı. Kocaman bir duvar.
  Zifiri karanlıkta daha fazla duyardım içimdekileri. Daha fazla görürdüm gerçekleri. İşte ben o gece gördüm göreceğimi, geleceğimi. Seçim yapmadım. Çünkü hayat size hiç bir zaman seçim yaptırmaz. Ne ise olacak, gelir önünüze koyar ve siz zeki insanlar bir seçim yaptığınızı sanırsınız. İşte benim de önüme koyuldu gerçekler,yapmam gerekenler, bitirmem,susmam gerekenler. Gün yüzüne çıkarmadım. O zifiri karanlığa gömdüm hayallerimi, belki de umutlarımı.
Nefret gitmek için iyi bir araçtır. Gidebilmek için. Nefret etmeden gidemez bazıları. Sen mesela. Severek gitmezdin. Gidemezdin bir kere. Sen sana uyanı yaptın. Ben bana uyanı değil, kendi seçimim olmayanı yaptım. Önüme ne geldiyse onu yaşamayı kabullendim. Ve hayat sana yaşadıklarınla öğretti acıyı, nefreti. Sen ise nefret ederek kurtulmaya çalıştın vazgeçemediklerinden, acılarından. Seninde önünde,arkanda, sağında solunda duvarların var. Mutsuzlukların var. ''Akıl Oyunları''nda bir söz duymuştum.
“Mutlu olmak her şeyin yolunda olması demek değildir. Mutlu olmak, görmezden gelme konusunda ustalaşmak demek.”
Biz, görmezden gelemeyenleriz. Bunu başarmak yürek ister. Biz yüreksiz değil de korkağız biraz. Acıya alışkın fakat acının yabancısıyız. İlk defa vururmuş gibi yakar bizi her seferinde. Büyümekten korkup yaşlandırırız bedenlerimizi, ruhlarımızı. Ne zaman ki görmezden geleceğiz o duvarları, manzaranın tadını ne zaman ki çıkarmaya başlayacağız, işte o zaman kör bir adamın aynaya ilk baktığındaki çoşkusunu yaşayacağız her birimiz. Ve hiç bir şeyi tek başınıza yoluna koyamazsınız. Bunu yapmaktansa görmezden gelin. Bizim yapamadığımızı yapın. Ve bunun için hiç de geç kalmadınız.
Esen kalın. Üşütmeyin.

18 Kasım 2013 Pazartesi

''Gidemeyenler.''

Zamansızları sevmeli bazen. Zaten zamanın ne önemi vardı ki? İnsanız hepimiz. Bir bakmışız,unutmuşuz.Bir bakmışız, bambaşka bir tufana kapılmışız. Hissetmek çok daha önemli. Görmekten, etmekten, her şeyini bilmekten.Tamam, haklısın sayın okur, güven de çok önemli.Tamam.Belki yine eski acılarının daha fazlasını yaşayacaksın.Ama hissedersin sayın okur. Hissedersin sevilesi insanları. İnsanın çektiği acıları sesinden bile anlarsın sayın okur.
Düşünün, yıllarca aylarca görüp tanıdığınız insanlar neler yapıyor gözünüzün önünde.
Düşünün, kaybetmeyi göze alamayacağınız şeyler nasıl da zamansızca değişiyor.
Her şeyin bu kadar belirsiz olduğu bu dünyada ne kadar emin olabilirsin her şeyden, kendinden?
Bazen her şeyi bir kenara bırakasım geliyor.Öylece düşünesim. Neler geldi başıma? Neleri, hangi sahte gülümsemeleri bu kadar düşünmüşüm geceleri. Evet. Geceler. Acıların, üstündeki paslardan arındığı,geceye gün yüzü gibi ışık verdiği o geceler. Sessiz sessiz düşünürsün bazen.Bazen bir şarkı eşlik eder sessizliğine,düşüncelerine.
Ruhuna yakın olan benimsemeli, değer vermeli, gitmeyeni, gidemeyeni sevmeli. Zamansız geldi belki. İlla zamansız mı gidecek böyle olunca. Gitmeyiverir belki sayın okur. Ne zamanlılar gidiyor bir elveda bile demeden. Önüne bakmalı bazen. Değer bilmeli, dürüst olmalı, içten olmalı.
Ben seni zamansız sevdim. Mümkünse bütün zamanını çalmaya geldim. Engellerim dağları, tepeleri aştı. Aynı zamanda gözlerim de karardı.Biliyorum ki, hissediyorum ki zamansızlar, zamanlıların hiç birinden eksik değil. İstiyorum ki bırak zamanı bir kenara, gel zamansız sevelim hep, birbirimizin zamanını çalalım seve seve. Mümkünse her şeye rağmen bir olalım, bir ölelim. Sevmek güzel şey. Sevilesi olmak zor. İçten olmak zor. Herkes beceremez öyle. Bir gün gelip, diğer gün gitmek de beceri işi. Basit insanların işi.
Sen özelsin. Sevilesisin. Mümkünse gidemeyenim olur musun?

4 Kasım 2013 Pazartesi

''Öylesi.''

Hiç belli olmaz. Karşına ne zaman ne çıkacak, neler olacak? Hiç bilemezsin.  İyi veya kötü. Sana bağlı. Öyle ya da böyle, hayatın değişiyor, bakış açıların, kalbindeki insanlar, insanların değerleri, başa çıkabileceğin acıların, belki de acı değiştiriyor her birini. Güçlendikçe baktığın yönler değişiyor, standardın yükseliyor belki de, acı hem iyi hem kötü, senden aldıkları da var sana verdikleri de.
Karşına öylesi çıkar ki, hissedersin, inkar edemezsin, istersin. Kolay olmayacağını bile bile. Öylesi çıkar ki ona özel olmak istersin. Kendini kötü hissettiğinde ilk seni aramasını istersin, herkes bunu ister. Ama bazıları daha fazla. Kaybedeceksin belki,  belki pes edeceksin, ama zamanı var. Oluruna bırakmayıp olduracaksın bazı şeyleri.  Önüne taş koyan 3. Şahıs değil tam karşında duransa, geri çekilme. Daha fazla asıl hatta. Çünkü o taşı kaldırmanı istiyor belli ki. O taş aslında kendisidir. Beni yenebilirsen seninim deme şeklidir. Anlamak gerek her şeyden önce. Onun her şeyini bilmen gerekmiyor. Hissetmen yeter bazen. Kolay başlayan bir aşkın ömrü yoktur. Zor olmalı bazen. Acıyı hissetmeli başlarken.  Hayatımızda kendimizden başka kimseye güvenmemeliyiz de. Öylece yarım kalabiliriz her an her saniye. Bazen yavaş yavaş eksiliriz birbirimizden. Eksilmek istemesek de. Koparız. İşte karşına bazen öylesi çıkar ki, kopmayı göze alamazsın. İstemezsin nedensiz. Ve öylesi çıkar ki doyana kadar bırakamazsın elini. Ve öfke insanı yıpratır, büyütmez yaşlandırır. Acı büyütür, öfke yaşlandırır. Karşına öylesi çıkar ki yakar canını ansızın. Yıpratır seni öfkesiyle. Peki öfkesinin arkasındaki o masumluk ne olacak? Özünü sevmek istersin insanın. Yapayalnız seversin belki.Ama sana bir şeyler katmadan giden insanlar ‘öylesi’ değildir zaten.

 Benim öyle bir huyum vardır, ateşe gözüm kapalı atlarım. Sonucunda canım yanar mı? Yanar. Herkesi kendim gibi bilirim ben. Bu sefer böyle olmayacak umuduyla başlarım.  Ama kaybeden ben olurum. Öyle ki ağlayacağım yine, öyle ki acıyacak her zerrem, belki bitecek öylece, ama bilemezsin. Hiç belli olmaz. Karşına ne zaman ne çıkacak, neler olacak? Hiç bilemezsin.

31 Ekim 2013 Perşembe

Geceleri olduğu kadar dürüst müsün hep kendine?


Bazıları tam uzaktan sevilmelik. Dokunmadan. Sarılmadan. Zarar vermeden. Belki o öyle düşünmezdi. Bilseydi eğer. Ama anlatamazdın ki. Bilemezdin sen. Bildiremedim zamanında. Zordu her şeye rağmen. Yapman gereken boyunu aşmıştı belki. Ağlardım geceleri. En çok geceleri dürüsttüm kendime, en çok o zaman haykırıyorum hatalarımı, pişmanlıklarımı, acılarımı. Bir de sana ağlardım. Üzülürdüm ister istemez.
Elbette güçlüyüm, Elbette karşına geçip saatlerce mutlu olabilirim, elbette. Ama sen hiç bulutların üzerine karanlık çöktüğünde, yalnız kaldığında kahkahalara boğuldun mu? Bir kaç satır karalamasan da olur. Oturup başlı başına düşünmedin mi sana olan biteni? İçinde ol veya olma, sana dokunan bütün düşünceleri, tavırları, sana sorulan bütün hesapları, senin bile cevaplayamacağın soruları hiç kafana takmadın mı?
Keşke kahkahalara boğulsam, o denli dertsiz olsak hepimiz, keşke düşünmesem, kime ne olduğunu umursamasam, keşke kafama takmasam her şeyi fazla ve fazlasıyla.Keşke.Az düşün sen bari. Benim sonum belli. Sen az düşün ki sonunu bilmeden, umursamadan yaşa. Sen az düşün ki benim gibi boğulma kurumuş denizlerde.

28 Ekim 2013 Pazartesi

Güzel İnsan.

Geride bıraktıklarını düşün
Silemediğin insanların binlerce müsveddesi
Anılarının her birinin aklındaki yerleri
Bilmiyormuş gibi yaptığın her doğruyu düşün
Yazık mı oldu, iyi mi oldu?
Sen hata yapabilirsin, insanoğlusun
Hangimiz tam gidecek bu dünyadan
Tarafımızdan binlerce günaha imza atılmış
Mühim olan hatan değil ki insanoğlu
Mühim olan pişmanlığın
Mühim olan hala yapabileceğin doğrular
Bıraktığın sigaran gibi vazgeçtiğin güzel günahların
 Bıraktığın hataların pişmanlıkların




Ben mi çok düşünüyorum yoksa insanlar mı üstünkörü
Belki abartıyorum
Belki saçmalıyorum düşünmekten
Düşünmekten yoruluyorum bazen
Derin bir nefes alıyorum arada
Aklıma gelenleri yazıya döksem
Kalemim biter
Götürüsü çok getirisini göremedim henüz
Keşkelerim çok azdır benim mesela
Bu da nadir keşkelerimden biri olacak.
Ve sen güzel insan
Keşkelerin senin nefesinden, ömründen alacak
İçtiğin çayı bile boğazına dizecek
Ve sen güzel insan
Yaptıklarından pişman ol
Yapamadıkların da pişman ol
Pişman olacağın çok şey var
İstediğini yap
Ama kırma
Ama üzme
Ama ağlatma
Ağlayan adam görmedim ben
Ama bir kadını ağlatma
Sadece o ‘’ bir kadın ‘’
Döktüğü yaşları getirir burnundan
Sadece o’’bir kadın’’

Ağlatır belki  seni de.

18 Ekim 2013 Cuma

Bildiğin gibi.

Merhaba, benim sevip kavuşamayan, veya kavuşan, sevilmeyip umudunu kaybetmeyen, veya kaybeden, yalnızım hovardayım hayat bana güzel diyen, kimi seçeceğine kimi unutamadığını bulamayıp arafta kalan, ya da güvenebileceği hiç kimsesi kalmamış bahtsız okuyucularım;
Ben içlerinden hangisiyim diye düşündün bir an, birine daha yakın hissetsen de kendini, belki her biri sana birini hatırlattı, belki bir kaçı. Şu an olduğun durumdan da ağzın yanmadı henüz, yanacak sayın okur yanacak, ondan da yanacak. Ama bizler her acıdan güç alırız, o yüzden hep iyi tarafından bakın, bundan da sağ salim kurtuldum deyin ve derin bir nefes alın.
Körü hala yakar canını bilirim, ateşi sönse de, eskimiş her sözü aklında bilirim. Gün gelecek sana yaptığı şeyler değil, yaşattığı güzel duygular kalacak aklında sadece. Gün gelecek bir film izleyeceksin, izlediğin film sayesinde yaşadıklarından iyi bir ders çıkardığın için sevineceksin ve sadece öfken kalacak geriye. Zaman zaman seveceksin onu kabul et. Zaman zaman da nefret edeceksin. Zaman zaman özleyeceksin, zaman zaman iyi ki yanımda değil diyeceksin,çünkü bazen güvenmeden seversin,sevgin biter geriye güvensizliğin kalır. Bu dünyada kimseye güvenilmez sevgili okur. Bu dünyada kimse sevilmez gerçek anlamda. Kimse birbirini aynı şekilde sevemez.Hiçbir bir zaman bir çift elmanın  iki yarısı olamaz. Bir parça diğerinden mutlaka fazla olur.
Yaa sevgili okur. Yaşamadığın, tatmadığın bazı hisler var hala. Bazılarını umarım tatmazsın.  Ya da tat ya cidden bak, gün gelecek hissizleşeceksin, bunlar hep yaşanmışlık, hani önceki yazılarımdan birinde “çok yaşanmışlığım yok benim çok düşünmüşlüğüm var” demiştim. Şimdi söylüyorum sayın okur, az biraz var artık yaşanmışlığım, düşünmüşlüğüm ise haddini aştı artık.

Esen kalın, üşütmeyin.

13 Ekim 2013 Pazar

FORGETTABLE

Son zamanlarda  8 Ekim’de paylaştığım ‘’Ütopya.’’  Yazısındaki ilk paragraf bir türlü aklımdan çıkmıyor;
‘’En büyük korkun ne bu kadar yalan söyleyen, insanları yarı yolda bırakan, hala insanları yargılamaktan kendini göremeyen, sevdiklerini aldatan, ikiyüzlü, sahte insanların içinde? Karanlık mı? Örümcekler mi? Ve ya yalnız kalmak mı? ‘’
İnsan karşısına çıkacak şeyleri önceden göremiyor, tahmin edemiyor. Kafandaki şüphelerin önüne geçiyor sevgin aslında. Çünkü kimse istemez acı çekmeyi. Acı çekmeyi beklemeyi. Ben en çok örümceklerden korkardım. Hala korkarım gerçi. Ama en çok korkmamız gereken hayvan türü insanlardır. Ben bunu yaşayarak öğrendim.  Çünkü kendinize bağladığınız her insanı elinizde oynatabilirsiniz. Ben bir yerde bir söz duymuştum. Bu cümle bloğumda alıntı yapacağım ilk cümle olacak. ‘’Aşk, karşınızdakine sizi mahvetme gücünü verip, bu gücü kullanmayacağına dair güvenmektir.’’ Cidden öyle. Biz insanlar birbirimize en kolay bu yönden zarar verebiliriz. Bu gücü kullanmak akıllıca mı olur yoksa aptalca mı olur, bu tamamen sizin becerilerinize kalmış bir şey. Denemeyin derim ben. Birkaç kez sessizce halledersiniz ama emin olun bir gün yine aynı gücü kullanmaya çalıştığınız zaman bunu kendine yakıştıramayıp kabullenmeyecek insanlar çıkacak karşınıza.
Her darbe sana bir şey katmalı. Elbet senden bir şeyler götürecek. Ama acı güçlendiriyor insanı. Hep söylerlerdi de inanmazdım. Eğer güçlenmemişsen ya çektiğin acıyı sessizce kendi içinde büyütüyorsun ya da o acı seni çoktan öldürmüştür.
Sen iyisi mi al kahveni, otur evindeki en rahat koltuğa, üstüne battaniyeni al hazır kışa giriyoruz, yalnızlığın seni aldatma gibi bir lüksü yok çünkü. Nasıl tip insanlardan mesajlar bekliyorduk haberimiz olmadan avare avare? Bırak en iyisi böyle. Yalnızlık iyi şimdilik. İnsanları tekrar tekrar tanımaktan bıkmadın mı? Tekrar tekrar güvenmekten? Kafandaki tabuların bir bir yıkılmasını, yıkılmanı izlemekten? İnsanları tanıdıkça yalnızlığı daha çok seveceksin. Seçim senin.

Esen kalın, Üşütmeyin, Bayram geliyor, Bol bol et yiyin.

8 Ekim 2013 Salı

Ütopya.

En büyük korkun ne bu kadar yalan söyleyen, insanları yarı yolda bırakan, hala insanları yargılamaktan kendini göremeyen, sevdiklerini aldatan, ikiyüzlü, sahte insanların içinde? Karanlık mı? Örümcekler mi? Ve ya yalnız kalmak mı?  Sadece şunu söyleyebilirim ki, etrafımızda bizim yüzümüze gülüp arkamızdan rahatça konuşan o kadarları var ki, bazen biz de o ‘’o kadarlara’’ gireriz, inkar etmeyelim.
İçimden geldiği zamanlar yazarım ben, bu aralar daha bir içimden geliyor sanki, bilmiyorum nedenini. Şöyle başlayayım o zaman;
İnsanların aşık oldukları zaman, beyinlerinin kullanım yüzdesinin yarı yarıya düştüğüne inanırım ben. Ki öyle. Çok zeki bir insan olsaydım bunun bilimsel araştırmasını bile yapabilirdim, ama ben yazıyorum işte. Aşık olmak konsantre bozan bir şey. Dengelerinizi bozan, sizi her zaman sıkıntıya sokan fakat yüzünüzdeki insanların bazen anlam veremediği sırıtmalarınızın size kat kat moral verdiği bir ütopya.  Bu ütopya dediğimiz yer çok değişik bir yer, aklınızın tamamen onda olduğu, hayal kurmaktan kendinizi alamayacağınız bir yer. Bekleriz, herkesi bekleriz, yalnızlık güzel şey, ama elleriniz üşüyecek bir süre sonra, içinizde, geçmişinize veya şu anda bir yerlerde sizi düşünen kişiler var.
Aşka inanmayın, aşksız kalmayın.

Esen kalın, üşütmeyin.

5 Ekim 2013 Cumartesi

Ben gibi, belki sen gibi. Belki de biz gibi.


Hayatım boyunca ne istediğim kısmını ikinci plana attım. Hep ne yapmam gerektiğini düşündüm. Hep ne yapsam insanlar üzülmez, en doğrusu ne, belki bu kadar içe kapanık olmam bu yüzdendi. Yaşamışlığım yok aslında pek. Ama düşünmüşlüklerim var benim. Sen bu yazıları okurken ben belki seni düşünüyor olacağım, belki de düşmanlarımı, veya insanların yaptıklarını. Her ne düşünürsem düşüneyim senden fazla düşüneceğim, çünkü ben böyle bir insanım işte, sen de böyle düşünüyorsun belki. O zaman bu benim yanlış düşündüğüm anlamına gelmez, ya da çok egoist biri olduğum. Zaman her birimizi eskitir. Her birimizi yıpratır. Bizi ayakta tutan şeyler zamanla değişir. Belki sen tutacaksın beni ileride ayakta, bunu bilemeyiz. Belki sadece seninle kurduğum hayallerle mutlu olacağım, ya da elimi hiç bırakmayacağını bilerek.
Bu kadar tesadüfe alışkın değildim son zamanlara kadar.  Bu kadar acıya da. İstiyorum ki önüme taş koyulmasın, istiyorum ki hakkımda düşündüklerinizi mimiklerinize de yansıtın. Ama insanoğlu böyle bir şey, kimi de tam tersini yapıyor, nefret kustuğum insanları bile kıramam ben. İyi bir insan olduğumu düşünmüyorum, neden diye sorarsanız cevabını bilmiyorum ama değilim herhalde, kötü biri değilim ama iyilik meleği de değilim. İnsanları düşünüyorum sadece. Tartışmaktan nefret ediyorum, ne zevk alıyorsunuz ki insanlarla zıtlaşmakla. Ben umursamayarak nefret kusuyorum, illa yakasına yapışmam gerekmiyor bence. Belki sen kavga dövüşü çok seviyorsun, belki de benim gibisin.

Hayat istediklerimizi elimize direkt verseydi, biz hep elimize isterdik. Bir bebek gibi doğar, yaşar, ölürdük. Hayat zor ve mantıksızdır, bizler gibi, çünkü bizler aynı anda aynı şeyleri istiyoruz, paylaşmak istemeyeceğimiz şeyleri. Hayat köşeye sıkışıyor, ve topu bize atıyor. Ve ne istediğini hep ikinci plana atan kaybediyor. Ben gibi, belki  sen gibi, belki de biz gibi.

30 Eylül 2013 Pazartesi

Sıfatlar gereksiz bazen.

Sadece sevgili sıfatı için değildir bazı uğraşlar, emekler. Biraz masum olmak, insanlara neler katar bilir misin? Sözlerin anlamı,kifayeti büyük olabiliyor. Ama düşüncelerin önüne geçilir mi bilinmez. Kafandaki soruların cevabı bilinmez. Öyle ki her şeye bir bahane bulan beynimiz kalbimize söz geçiremez. Zaten en güzeli sevmekti, bazen sevilmeyebilir insan. Ama en önemlisi sevgini vermek değil ki, güven vermek. Bin dereden su getirsen de yerine oturmayacak yapbozlar sunuyor hep sana hayat. Sen onu tamamlamaya bakacaksın. Kim ne derse desin, madem insanlar senin hatalarını yüzüne vuruyor, hatalarını bulacaksın onların,sen değil onlar hak ediyor kaybetmeyi. Bırak ne söylediklerini ne duyurduklarını umursama, mutlu ol, sadece gülümse, içinde fırtınalar kopsa da gülümse ve yak canlarını.

Hayat işte, bakkaldan cips mi alsam çekirdek mi seçimi gibi kolay, fakat bermuda şeytan üçgeni gibidir aslında. Engeller bizim şevkimizi kırıyor, bu bizim kabullenemediğimiz bir gerçek. Tabi insanların karşına öyle tesadüfler çıkıyor ki, bazen engeli bir kenara atmak en mantıklısı. Ama bu size göre değişir. Benim gibi kendini düşünmeyen bir tipseniz, yandınız. Sorun her ne olursa olsun. Ciddiyim hayatınızda büyük kaoslara yol açacak bir kriterdir bu. Kalbini dinlemekle beynini dinlemek arasındaki fark gibi. Sen yine de kalbini dinle.

25 Eylül 2013 Çarşamba

KADIN. (Devamı)


Tepki veremedi kadın, çünkü izleniyordu. İçindeki hisleri size şöyle izah edeyim;
Her saniye hissettiğinin bin katını hissediyordu o sıralar. Geçmişi bomboş bir sayfadan ibaret olan bu kadın, her hecesinde büyülendiği bir roman yazıyordu sanki. Başına gelenlerin bu denli doludizgin olması canlı tutuyordu ruhunu. Kuzuların sessizliği bozulmuştu. Güzelliğinin külfeti bitmişti belki. Karşıma bu kadar ince düşünen biri çıkmamıştı diye düşündü. Zaten öyle değil midir hep? Her aşık oluşunda farklı bir tahta oturtur kadınlar erkekleri.  Aşık olan kadın, erkeklerin kalıplaşmış içgüdü ve düşüncelerini siler kafasından. Başlıyordu işte kadının sarhoş oluşları. Bu kadının istisnai bir durumu vardı elbet. Bu kadın, her yönüyle yalnızdı. Yani kaybedecek hiçbir şeyi yoktu. Kadının tek dostu…. Dost diye nitelendirebileceği bir nesne bile yoktu. Nedeni yoktu. Sevmek için, benimsemek için. Ne de iyi olmuş değil mi adamın hayatına girmesi? Gereksiz bir şekilde küstüğü aynalara gülümseyerek bakacaktı artık kadın. Bu yazıyı okuyorsan ve erkeksen sana bir tavsiye. Sevdiğin kadını gülümset. O gülümseyince daha güzel oluyor, bunu en iyi sen biliyorsun.
Gülümsedi kadın. Ardından adam. Ne olacağı belirsizdi belki. Belki boşuna umutlanıyordu. Bilemezdi. Tek şeyi biliyordu kadın. ‘’Bugün üzülmek için fazla güzel.’’ Arka kapıdan geliyordu adam. Elinde tepsi vardı.  Tepki verme, sakin ol, önceki gibi davran, gülümse ama içinden geldiği gibi değil,  öyle yaparsan rezil olursun, yaklaştı, rahatla bayan R rahatla…
‘’ Seçmeniz için fırsat bırakmadığım için beni affedin ama bugün benim spesyelimi takdim etmek isterim size.’’
Sen nasıl bir adamsın. Bu dünyada senden bir tane daha yoktur, adım gibi eminim. 24 yıl yüzüme gülmeyen bahtım büyük final hazırlamış bana sanki, diye düşündü kadın, evet sadece düşündü. Bu kadını biliyorsunuz işte. Söylemez her şeyi herkese. Sakınıyor belli etmemeye çalıştığını. Ama bilmiyor ki yemyeşil gözleri her şeyi belli ediyor. Adamın kadın hakkında tek bildiği en sevdiği şeydi ‘‘gözlerinin dürüstlüğü.’’
‘’Teşekkürler, bu tabak herkese böyle şekilde mi gidiyor merak ettim. Fazla sayıda farklılık sıradanlıktır çünkü.’’ dedi kadın.
‘’ Hayır, kalbimden, aklımdan ne geçiyorsa döktüm bu tabağa, umarım tadı da dizaynını beğendiğin kadar güzeldir.’’ diyerek ve afallatıcı gülümsemesi orada bırakarak uzaklaştı adam.
Tabağın üstünü inceleyince adamın hobi olarak Van Gogh’luk yaptığını düşündü. Çikolata sosuyla kadının portresini çizmişti. Eksik olan tek şey gözlerinin yeşiliydi. Ayrıca tatlının da mükemmel olduğunu tabaktan anlamalıydı. Evlensek her akşam yemeğimizde rencide olurum sanırım, diye düşündü. Gitmesi gereken bir evi olduğunu unutacak kadar dalmış meğerse kadın. Kahvesini aslında pek de acele etmeyerek bitirdikten sonra hesabı ödedi kadın. Sonrasında ise tahminince binlerce saat sürecek olan hazırlanma sürecini başlayacaktı.
Eve giderken planını yapmıştı çoktan. İlk önce evi temizleyecekti. Şöyle kullanılan bütün odaları banyoyu mutfağı temizleyecekti dip köşe. Belki içeri girerdi. Evinin kötü gözükmesini istemiyordu.
Eve vardığında saat 9:00 du. Duş alıp  biraz dinlendi.Uyandığında saat 13:00 idi. Adamın kağıda yazdığı şeyi anımsadı kadın.’’Bu arada en sevdiğim renk kırmızı.’’ Yani ‘’bu gece kırmızı giyin.’’ demekti bu. Apar topar dolabının kapağını açtı. Bakındı, bakındı, bakındı. Ve çıkıverdi ‘Giyecek hiçbir şeyim yok! ’’ cümlesi ağzından. Dolabını görmelisiniz, yığınla elbise vardı. Kadınlar işte. Hemen üstüne bir elbise giydi, çantasını alıp apar topar çıktı kadın evden.
Nasıl bir elbiseyi beğenebilirdi bu adam? Tanımıyordu ki adamı. Sahi? İsmini de bilmiyordu. Adam da kadının. Bu büyük sorunu hiç düşünmedi. Belki çok önemli olmadığından. Mağazaların olduğu sokağı dolaşıyordu. Gözüne sadece bir elbise çarpmıştı. Hayal edin, siz okurken ediyorsunuz ben yazarken. Ön tarafı tamamen kapalı ve sırt dekoltesi olan dizlerde,üstüne oturan bir elbise, can alıcı demeyelim de masum bir kırmızı. Bu elbise onun olmalıydı. Butiğe adım atar atmaz elbisenin bedenini isteyip kabine girdi. Aynaya bakmak için çıktında butikteki tüm gözler kadına çevrildi. Tabiri caizse gökyüzünü andıran güzelliği denizin yansımasıyla parıldıyordu. Açık kahve bukle bukle dökülen saçları yemyeşil gözleri ve kırmızıyla bütünleşmişti. Gözlerinin rengi o kadar berraklaşmıştı ki hiç makyaja gerek yoktu. Arka taraftan bir kadın.
‘’Senin için dikilmiş bu, ay pek de yakıştı. Kaç yaşındasın sen?’’
‘’24 efendim.’’
‘’Tüh benim oğlum vardı, pek yakışıklıdır, ama çoçuğum 20 yaşında, ne kadar da genç duruyorsun maşallah sahibine bağışlasın tü tü tü tü.’’
Böyle şeyler hep oluyordu kadının ömründe ama bu sefer daha bir memnun oldu. Kendini keşfetmemişti henüz. Üstünü değiştirdi. Kasadaki kadına ‘’Bunu alıyorum, yalnız sizden bir ricam olacak, bu elbisenin altına ne renk giymeliyim?’’
‘’Nerede giyeceksin?’’ Doğru ya. Nerede giyecekti, Adam onu nereye götürecekti. Bilmiyordu. Bir şey söylemek zorundaydı. Uydurmakta zorlansa da;
‘’Aslında sade durmasını istiyorum. Yeri sürprizmiş.’’
‘’Zümrüt sana da elbiseye de çok yakışacak, iyi günlerde kullan. 249 lira.’’
Kadın kartını çıkardı cüzdanından. Ödedi. Ve çıktı. İlk defa ne yapacağını bilemiyordu kadın. Afallamıştı. Koca hayatında ilk defa afallıyordu üst üste defalarca. Ve daha çok afallayacaktı. Kadının dediği gibi zümrüt renkte mat bir topuklu ayakkabı ve zümrüt bil kolye aldı. Kolyeleri çok severdi kadın, küpe sevmezdi, yüzüklere karşı ise zaafı vardı bu güzel kadının.
Canı çıkmıştı dolaşırken, daha çok işi vardı. Eve vardığında mecali olmasa da bütün bir evi temizleyiverdi. Saat de 19:00 olmuştu, 10 dakikada duştan çıktı. Saat 19:10. Elbisesini giydi. Ayakkabısını giydi. Kolyesini ve anneannesinden kalan zümrüt taşlı -ailede kopamadığı tek insan- yüzüğünü taktı.19:30.
19:40.
19:50.
19:51.
19:52.
19:53.
19:54. Şimdi heyecandan öleceğim.

19:55…56..57..58…59. zırrrrrrrrrr!!!!!!!!!!!!!!
...devamını elbet gelecek...

23 Eylül 2013 Pazartesi

Biraz da bencil olmak gerekir.

Çaresizliğin en kötü yanıdır, nefes almaya, yaşamaya devam etmek zorunda olmak.
Ağlamak istersin bazen. Öyle acıtır ki canını ağlayınca geçeceğini umut edersin.Hayaller kurarsın bazen umut etmek için. Ama hayallerin sana umut olmaktansa tuzak kurar aslında.
Neyse onu hissetmeli insan. Daha fazlasını beklememeli, istememeli. Çünkü bu kader denen şey senin için öyle şeyler hazırlar ki, çaresizliğin manasını dışarıdan görüp üzülmek yerine yaşayarak anlarsın. Kaderindir. Yaşarsın. En önemlisi yaşamak istemeli her şeye rağmen. Gerçekten nefes alıp verirken iç çekmemeli, düşünmemeli , yaşarken ölmemeli insan. Dert mi? Tasa mı? Anlamlarını hiç öğrenmemeli.
Bu dünyada yapman gereken tek şey nefes alıp vermek. Yalnızlığın kaderinse, kabullenmek.
Olmuyorsa, sevgini gizleyecek engeller çıkıyorsa dışarıdakilerin düşüncesini değil kalbini dinlemek. Unutma ki hayat, kendini değil de insanları önemsemek için çok daha değerli. Esen kalın, üşütmeyin.

18 Eylül 2013 Çarşamba

Hayalperest.

Umursamadığı anlar daha mutlu insan. Daha özgür. Bizler herkesten bir şeyler bekleriz, farkında olmadan. Kiminin yanımızdan hiç ayrılmamasını bekleriz, kimimizden bir ilk adım bekleriz, kimimizden ise bize hiç bulaşmamasını bekleriz. 
İnsanoğlu umursamamayı bilmeli, beklememeyi. Bu konuda doz önemli tabi. Fazla umursayanlara çok üzülürüm mesela ben. Yok ben kimseyi takmıyorum, yok bilmem ne. Asıl onların içindekileri öğrenmeli. Belki kendi savunma mekanizması böyledir. Öyle gözüküyor olabilir. Ama her halükarda umurunda olan bir şeyler vardır, mutlaka. Çok umursayanlara ne demeli? Bu ne der, o ne yapar korkusu gibi hiçbir şey beynini kurcalamamalı insanın. Doz önemli demiştik, evet doz önemli.
Her insan düşünmez böyle konuları, irdelemez, benim böyle bir lüksüm yok mesela. Yapım gereği. Hayal gücüm yüksek olmasa da hayalperest bir ruhum olduğunu düşünüyorum. Mesela size bir örnek göstereyim hemen;
 İnsanlar şarkılar gibidir. Bir süre sonra dinlemeyip sileceğin şarkılar vardır, mesela hiç sevmediğin dinlemediğin şarkılar ve ömürlük şarkılar vardır.

Mesele ben bunu oturup ciddi ciddi düşündüm, keşke daha lüzumlu şeyler düşünsem. Ama olmuyor yani maalesef. Sürç i lisan ettiysek affola. Esen kalın, üşütmeyin.

14 Eylül 2013 Cumartesi

KADIN... (devamı)



Gözlerini açtığında gülümsedi kadın. Sonra birden telaşa girdi, ne giyecekti? Saçlarını nasıl yapacaktı? En önemlisi randevu yerini nasıl bulacaktı? Ama tabi ki her gün rutin olan şeyleri yapacaktı. Saat 05:50 idi. Duşunu aldı ve suyunu içti. Yürüyüşe çıkmak için üstünü değiştirdi. Sahilde yürüyecekti kadın bugün. İçinde öyle bir telaş vardı ki, bir şeylerin önceki günden farklı olduğunu yerleştirmek istiyordu ruhuna, bedenine, hayatına. Yürüyordu kadın. Gülümsüyordu. İnsanlara bakıyordu, sanki hepsi ailesinden bir parça gibiydi. Sanki herkes mutluydu. Hiç biri yabancı gelmiyordu kadına. Farkında olmadan nasıl da yaşamaya başlamıştı kadın. Hissiz ruh hali nasıl da tedavi oluyordu. Bulutlara baktı kadın, kızılımsı ve bembeyaz bulutlara. Ne güzeldi. Ne görüyordu kadın. Sanki bulutlardan biri ‘’R’’ harfine benziyordu, yanlış gördüğünü sandı, gözlerini kapatıp başını salladı ve sonra gözlerini açtı kadın. Yanlış görmediğini anladığında Bugün evren bana çalışıyor dedi kadın. Güldü kendi kendine. Arkasından adamın geldiğinin hiç de farkında değildi. Kumsalda bir kenara oturdu. Derin bir nefes çekti. Adam hayranlıkla onu izliyordu ama artık gitme vaktiydi adam için. Kahvesini hazırlaması gerekiyordu. Kadını orada yalnız bırakmak zorunda kaldı adam. Kadını için kadınını yalnız bırakıyordu. Ama biliyordu bugün adamı kırmayıp gelecekti, mutluydu adam.
Kadın sandaletlerini çıkarıp ayağa kalktı. Yürümeye devam etti. Acelesi yoktu. Yavaş yavaş yürüyordu. Bu iyi bir şeydi. Çünkü adamın kafasında planları vardı kadını için. En çok sipariş ettiği tatlıyı yapacaktı. Ona özel tabak hazırlayacaktı. Heyecanından utanarak aceleyle kafesine koşarken kadın huzurlu bir şekilde dalgaları izliyordu. Kadın içinden ‘Şimdi her gün gittiğim kafeye giderken bile heyecanlanıyorum, ne olacak bu halim?’ dedi. İç çekti biraz, sonra artık kafeye gitmek için sahil yolundan çıktı ve kafeye yürüdü.
Kafeye girdikten sonra kadın etrafına baktı. Adamı aradı gözleri. Bulamadı. Boş bir masa bulup oturdu. Adam kadının geldiğini fark edince kahvesini ve tatlısını hazırlayıp bir kenara koydu. Menüyü alıp kadının karşısında belirdi.
‘’İlk defa bir kafede patronun garsonluk yaptığını görüyorum.’’ dedi kadın.
‘’Ben de ilk defa kafemde garsonluk yapıyorum.’’
Gülümsediler karşılıklı.
‘’Buyrunuz.’’ diyerek masaya menüyü koydu ve ortadan kayboldu adam.
Menüyü açtığında içinden bir not yere düştü. Yerden usulca aldı kağıdı kadın.
 ‘’Hazırlan ve evde bekle, çünkü bu randevunun gecikmesi en son istediğim şey. Ve benim en sevdiğim renk kırmızı. Afiyet olsun Bayan R.’’

..DEVAMI GELECEK...

3 Eylül 2013 Salı

Keşke.

Zaten öyle bir hüzün vardı ki içimde, sanki bütün romanlar aldatmıştı beni, bütün hikayeler mutsuz bitmişti. Umut kavramının bu kadar gereksiz kaldığı bir zaman var mıydı acaba. Sessizce oturdum köşeye. İnsanlar uzaylı görmüş misali bana bakıyordu. İçimde hem fırtınalar kopuyordu, hem de yorgunluk vardı bir nebze. Baş edememek bu olsa gerek. İmkanın kısıtlığı, gücün kısıtlığı. O anlarda beklediğin bir mucize sadece yüzünü güldürüyor. Sonra geçiyor. Hani derler ya umudunu kaybetme, kendini kaybetmeden. Aslında demezler. Ben derim. Şimdi diyemem. Ne kadar istediğimi bilemezsiniz. Keşke sığınabileceğim bir insan olsa başucumda.Tok açın halinden anlamaz ki, azıcık ağlar, azıcık üzülür, ama anlamaz. Sen sanıyor musun ki derdini paylaştığın kişiler seni tam olarak dinliyor? Bilmiyorsun ki yalnızsın. Bak bir parti yap, düğün yap çalgılı çengili, vur patlasın çal oynasın. Her daim yanındayım'lar falan. PA-LAV-RA. Bir gün benim gibi ol. Özenle kremlediğin, baktığın, uzattığın saçın bir gün lanet olası bir kanser yüzünden gitsin, o zaman yanındakiler bir elinin parmağını geçmeyecek, bunu aklından çıkarma.

(Kurgudur. Onurla sunar.) 

14 Temmuz 2013 Pazar

''Monotonlok.''



Sadece bir gün istiyorum. Sadece bir gün şu hayatta özgür olayım. Her hareketimi binlerce kez düşünüp sıkıntıya girmediğim yalnızca bir gün. Ne kolay değil mi? Yaptıklarının sorumluluğunu düşünmeden yaşamak. Filmlerde görürüz. Zengin züppeler yaşar böyle, fakirler iyi gösterilir filmlerde. Fakirler düşünerek yaşar çünkü.
Her neyse.
Ne demiştik. Evet. Bir gün. Ne var ki insanlar çok düşünerek yaşadığından hayatları büyük bir mantık hatası etrafında döner. Çalışmak için okula giderler. İyi yaşamak için çalışırlar. Bu süre doğumlarından 55-60 sene sonra biter. Hayatın biter zaten. Hedefler güzeldir. Hedef için uğraşmak yılmamak da güzeldir. Ama bazı şeyleri o kadar çok düşünmemek de gerekir canım. Hayatı yaşamak lazım. Tabi her şey o reklamlardaki gibi olmuyor. Mesela ben şimdi gnctrkcll ve vodafone freezone reklamlarına çok özeniyorum. Gencim diyorum. Hayat bana güzel diyorum, gezeyim tozayım diyorum. Ama gel gör beni. Elimde kumanda, yanımda bilgisayarım, karşımda televizyon. Yemişim gençliği. Gaza gelip  sonra tosluyorum. Hani bir ümit ünide yaşarım böyle şeyler ama gerçeği de biliyorum aslında. Ama en azından kafama koydum. Sıradan bir hayat yaşamayacağım. Bu beni yoracak belki ama monotonluk hiç bana göre değil.
Monoton bir hayat yaşamayalım, yaşayanları uyaralım.

20 Haziran 2013 Perşembe

Psikopatlar



Anılar için insanlar bir sürü hayaller kurarlar. Mesela ‘’Keşke istediğimiz anı tekrar yaşasak’’ yok bilmem ne. Bazıları fanteziye girer romantiğe çıkar. ‘’Keşke anıları bir kapsülün içine koysak da istediğimiz anda tadıp anı yaşasak.’’  psikopatlar.
Özel anların asıl sihri tek zamanlı olmasıdır. O anı sadece anımsamakla yetinmek zorundayız. Aynı tatta olmasa da, zamanla özelden genele giderken uçup gitse de zihnimizden, anılar özeldir. Onunla eşdeğer hiçbir şey yoktur içinizde. Mesela bu ilk el ele tutuşunuzdan, ilkokuldan hatırladığınız ya da hiç etkisinden çıkamadığınız rüyalara kadar her şey olabilir. Önemi kişiden kişiye değişir. Sadece anın tadını çıkarsak, ileriyi o an olsun düşünmesek belki bu saçma salak hayalleri bi nebze durdururuz, iyi de olur. Cefasını çok çektim, siz çekmeyin.
Hepinizi öptüm.

One more promise.




Biliyordum
Unutamayacağımı
Her gün inandırdım kendimi sanki
Bugün 359.gün.
Neden seni gördüğümde kalbim hala ilk günkü gibi
Neden klişe aptallardanım
Bilemedim
Bir tek bunu bilmiyordum
Bana sorduğun her soruyu biliyordum
Dediğime hemen kanardın
Bir tek iyiyim’e inanmazdın
Nasıl da kurnazdın
Öyle çekerdin ki insanı
Sonra pişman etmezdin sevdiğime
Sonra gülerdik her şeye
Sonra
İçime düşen kurtlar vardı artık
Aldığım her yudumun zehire dönüştüğü su
Korktum sormaya
Gerçeği de biliyordum
Evet onu da biliyordum
Adım gibi eminim ki bana yalan söylemedin
Hiçbir zaman
 Bunu içimdeki hislerle değil
Edindiğim tecrübelerle söylüyorum
Keşke yalan söyleseydin
Keşke yine inansaydım sana
Belki bana onlarca kez dürüstçe döndün
Yüzüne bile bakmadım biliyorum
Bunu da biliyorum
Ama sen de biliyorsun
Son dönüşün hiç dürüstçe değildi
Ya da
Samimi denemezdi
Ama biliyordum
Bunu da biliyordum
Ama öylesine gözüm karardı ki
Bu kez dedim
Bu kez kendime izin vereceğim
Ve her ne kadar soğuk olsa da katlanacağım
Belki intikam aldın
Yaşadıklarını bana yaşattın
Çok uzun olmasa da günlerimi kararttın
Ben böyle melankolik de değildim
Önce kendini sevdirdin
Sonra kendiliğini
Belki de nefret ettirmek için döndün bana
Bunu başardın da
Sana söz veriyorum;
Hakkındaki her şeyden nefret edeceğim
Ve sana yemin olsun ki;
Seni unutacağım.